Zarafet

dddHer an sanata tukaka diyen bir insandan nasıl zarafet beklenir? Hatta bırakın zarafeti, nasıl konuşulur? Nasıl beyefendi, hanımefendi olabilir? Nasıl dili pak, gönlü ak olabilir? Sanatçıyı her daim aşağılayan bir insan, nasıl inançlı olabilir? Bir taraftan tanrı aşkıyla dolu olan yüreğini göstermeye çalışırken, diğer taraftan o tanrının her an gözünün nuruna aksettirdiği sanatını nasıl görmezden gelebilir? Bir kuğunun suda yüzüşünü, bir ceylanın dağda sekişini, bir zebranın dahi kendi cinsine sarılışını, bir kuşun aşkını civirdeyişini de mi görmemiş, duymamış, okumamıştır? Biz insanları insan yapan ve ruhumuzu incelttikçe ona olabildiğince renk katan, can veren doğadır ve ne yapmışsak ondan öykünerek yapmışızdır. İnsana dansı da tiyatroyu da müziği de resim yapmayı da öğreten odur. Yoksa zarafet dediğin şeyi, gidip bakkaldan satın alamazsın. Yaşamadığın değerlere öle bir çırpıda sahip olamazsın. Sahip olmadığın şey ise senin bu hayatta olmana sebep en gerekli şeydir. Ekmek gibi tuz gibi bir aştır o. Tencerende pişmeyen yemeğin tadını sen nereden bileceksin? Görmediğin bir dünyanın bilmediğin tatlarının da olduğunu öğrenememişsen, nasıl kendini yaşadım sayacaksın?

Doğa, insanlığın en büyük öğretmeni, ama sen o öğretmenin farkına dahi varamamış, ondan bir şey alamamış, dinlememiş, yetmemiş, hoyratça üzerinden geçip ağaçları kesmiş, vurmuş, kırmış talan etmişsin… Bir de gaf üstüne gaf yapıp sanatı ve sanatçıyı küçümseyerek ona sırtına dönmüş, tüm köprüleri atmışsın.  Oysa sanat dediğimiz şey, yaptığın işin aynası, insanlığının gölgesidir. Kalbinin ritmini duydukça, yaşama sevinciyle dolan yüreğinin heyecandan kesilecek gibi yarattığı hazlara doğru ilerledikçe, seni tüm güzellikleri görmen için en tepelere çıkartan, bir kuşun kanadındaymışçasına hayatı, özgürlüğü, sevgiyi, aşkı anlaman, duyman, hissetmendir… Ama doğru sen yolda dahi yürümeyi beceremeyen adama, hayatta hiç koşmamışsan bunları nereden bileceksin? Bir konser salonuna gitmemiş, bir sanatçının kulis gerisinde kaç saatlerce aynanın karşısında en ince ayrıntısına kadar esnetmeye çalıştığı kaslarını son bir kez daha ısıtıp, beğendiği en güzel sekişlerle karşına çıkıp, nefesini ne duygularla tuttuğunu nasıl anlayacaksın? İki elin birbirine vurması kadar kolay bir işi yapmaya sen üşenir, esirger, hatta yuhalarken, sadece bir bedenin değil eğitimi, bir ruhun, bir düşüncenin, bir davranışın nasıl rafine hale gelip bir cümlede buluştuğunu nereden anlayacaksın?

Senin anlayacağın, sen hayatı hiç yaşamadın dostum. “Turp geldin, havuç gidiyorsun.” da diyemeyeceğim, çünkü onda dahi toprağa kök salmış bir yumrunun üstünde, başını göğe uzatmış, tıpkı bir balerinin kıyafetlerine özenircesine eteklerini dünyanın sahnesine bırakmış bir yaşayan bir gerçek var. Sana desem desem “keşke turp gibi gelip havuç gibi çekip gidebilseydin bu hayattan”.

Silvan GÜNEŞ
Biyografi Yazarı

One comment

sinan için bir cevap yazın Cevabı iptal et