Bir sanatçı restorana yemeğe gider ve garson sanatçıyı tanır. Kendisinden bir peçeteye kendisi için bir karikatür çizmesini ister. Sanatçı bir şeyler çizer ve garsona uzatırken çizdiği karikatürün bedelini ister. Garson şaşırır ve peçeteye çizdiğini söyler. Sanatçı da peçetenin üstüne çizdiği o karikatürü çizebilmek için ömrünü verdiğini söyler. Hayat hep böyle değil mi, herkes başarıyı alkışlarken ona sahip olmayı ucuza kapatmak ister. Ve bu durum, aslında başarıya olan bakış açımızı ortaya koyar. Bizim üstümüzde bıraktığı duyguyu severiz, fakat o duygunun, değerin ortaya çıkmasına vesile olan sanatçının, buna vesile olmak için ömrünü harcadığını ve kim bilir ne ağır bedeller ödediğini hesaba katmaz, bunun karşılığını almaya kalktığında da sanatını hiçe sayıp, sanatı icra ettiği ürünün değersizliği üzerinden sanatına değer biçmeye yelteniriz. Ve işte bu hareket, insanın bencil, düşüncesiz ve eğitilemeyen aklının karşısındakine verdiği küstahlığa eş cevabıyla yerlerde sürünür. Ustalığın bedeli yoktur; çünkü ustalık, yılların sessizliğinde büyümüş bir ömürdür. Ustalığı satın almaya kalkıp emeği hiçe sayanlar bir cüsseye, nefese sahip olabilirler, fakat bu durum onların yaşadığı anlamına gelmez. Yaşamak, bir bedene sahip olmaktan değil, o bedenin yükünü taşıyacak bir ruh ve irade biriktirmekten geçer. Sadece varlık kalabalığının içinde savrulurken yaşadığını sananlara ruh üfleyemezsiniz.

Her ne kadar bu hikâyenin Picasso üzerinden kanıtlanmadığı söylense de, hikâyenin gerçek olup olmamasına takılmıyorum. Çünkü bu hikây topluma güçlü bir uyarıda bulunuyor. Bu hikâye, emeğin küçümsenmesine, ustalığın değersizleştirilmesine ve yıllarca verilen çabanın kâğıt üzerinden ölçülmeye kalkışılmasına karşı insanlığa ders veriyor.
Ve kıssadan hisse:
“Emeği küçümseyenler küçülttüğünü fark etmeyecek kadar kördür.”
Silvan Güneş
Biyografi Yazarı