
“Temel eğitim” anaokulu, ilkokul, ortaokul ve lise düzeylerini kapsar. “Akademik eğitim” ise üniversitelerde verilen yükseköğretimdir. Temel eğitimi öğretmenler verir; akademik eğitimi ise akademisyenler.
Ne var ki, ülkemizde birçok öğretmen bu ayrımı göz ardı ederek, “akademik eğitim veriyoruz”, “öğrencilerimizin akademik başarısı” gibi cümlelerle hem kendi alanını hem de kavramları bulanıklaştırıyor.


Buradaki mesele sadece yanlış bir ifade kullanımı değildir; bu, öğretmenlik kimliğinin içselleştirilememesinin bir göstergesidir. Temel eğitim veren ve mesleği öğretmenlik olan bir yetişkin, kendi görevini “akademik eğitim” olarak tanımlıyorsa, aslında ne yaptığını tam olarak bilmediğini, hatta temel eğitimin kıymetini kavrayamadığını gösterir.
Bu söylemlerin altında çoğu zaman sessiz bir utanç yatar: “Ben sadece öğretmenim” demekten çekinmek, öğretmenliği akademisyenlikle eşitleyerek toplumsal statü açığını kapatma çabasıdır…
Kendini akademisyen sanan öğretmen ve eğitimde bir kavram kargaşası!
Gözlemlerime göre, temel eğitim öğretmenlerinin “akademik eğitim” kavramını yanlış biçimde kullanmalarının ardında psikolojik ve mesleki dinamikler yatmaktadır. Bu kullanım, çoğu zaman bireyin aldığı eğitimi, meslek içindeki konumunu ve toplumsal saygınlığını farklı branşlardaki öğretmenlere, öğrencilere ve velilere karşı bir “üstün erk” aracı hâline getirme çabasına dönüşmektedir.
Gerçekte bu tutum, bilgiye dayalı bir bilinçten değil, egosal bir tatmin ihtiyacından beslenmektedir.
Kavramların bilinçsizce karıştırılması, öğretmenlik kimliğinin özündeki değeri aşındırmakta; bu kimliğin, akademisyenlikle özdeşleştirilerek statüsel bir telafi arayışına dönüşmesine yol açmaktadır.
Peki, bu kelimeleri hangi branş öğretmenleri kullanmaktadır ve bu kavramlar aracılığıyla kendilerini hangi mertebelere taşımaktadırlar? Temel eğitim derdi veren öğretmenlerin içinde “akademik eğitim” kelimesini en çok kullananlar, kendilerine “ana dersin öğretmeni” sıfatını yakıştıranlardır. Bu söylem, müzik, resim, beden eğitimi gibi sosyal ve sanatsal dersleri değersizleştiren; bu derslerin çocukların görsel, zihinsel ve sosyolojik gelişimindeki başarılarını gölgeleyen bir hiyerarşi yaratmaktadır. Ne yazık ki bu dil, zamanla okul yönetimlerine de sirayet etmiş, yaklaşık son yirmi yılda eğitim camiasına kök salarak temel eğitimin ruhunu zedeleyen bir anlayışa dönüşmüştür.
Tüm bu gözlemler, temel eğitim kavramının ne denli yanlış anlaşıldığını ve uygulanamadığını gösteriyor. Oysa temel eğitim, bir çocuğun zihnini ve ruhunu yetiştirmenin temeli, eğitimin topraktır. Bilgi bir çekirdek gibi ekilir; öğretmen su, güneş ve uygun iklimi sağlayarak o çekirdeğin çatlamasını, filizlenmesini ve büyümesini temin eder. Filiz, başını güneşe çevirir, serpilir, bir fidenin gelişmesi gibi kök salar; zamanla meyve veren bir ağaca dönüşür.
Ne yazık ki bazı öğretmenler, derslerinin önemini yalnızca kendi branşları üzerinden değerlendirerek bu süreci gölgede bırakmaktadır. Örneğin bir matematik öğretmeni, matematiği yalnızca rakamlardan ibaret sanıp dersinin önemini anlatırken, müzik dersindeki notaların, resimde perspektif ve teknik çizimin, beden eğitiminde sporun çocuğa kattığı matematiği fark etmemektedir. Bu anlayış, çocuğun hafızasını, zihinsel gelişimini ve psikolojisini yok sayan, çağımızın çoklu zekâ anlayışına uyum sağlayamayan ilkel bir öğretmen modeli ortaya çıkarmaktadır. Ve ne yazık ki bu örnek, diğer branş öğretmenleri için de geçerlidir.
Eğer eğitim sistemi eleştirilecek bir noktaya sahipse, bunun müsebbibi eğitimcilerin kendisidir. Çünkü temel eğitimi kavrayamayan ve öğretmenin rolünü küçümseyen anlayış, okulları test merkezli bir mekanizmaya dönüştürmüş; bilgi ve öğrenme sürecini çocukların doğal gelişiminden koparmıştır. Temel eğitim verilmeyen yerde, çocuklar yalnızca sınav sonuçlarıyla değerlendirilir, yaşamla bağları zayıflar, potansiyelleri kısıtlanır.
İşte bu nedenle, temel eğitim yalnızca bir zorunluluk değil; bir meslek, bir görev ve en önemlisi bir sanat işidir. Bilginin tohumunu eken, filizlenmesini sağlayan ve onu güçlü bir ağaca dönüştüren öğretmenler, eğitim sisteminin gerçek kahramanlarıdır.
“Akademisyenlik” unvanı elbette bilimsel bir düzeyi temsil eder; fakat öğretmenlik, o düzeye giden yolun temelini inşa eder. Temel eğitimi “akademik eğitim” olarak nitelendirmek, öğretmenliğin özündeki emeği küçültür.
Eğitimde kimlik bilinci, kavramsal doğrulukla başlar.
Bir öğretmen, kendi işini anlatırken “akademik eğitim veriyorum” diyorsa, aslında kendine akademisyen payesi biçiyordur. Peki neden?
Çünkü öğretmenlik, toplumda hâlâ “temel” sözcüğünün ağırlığıyla hafifletilen bir meslektir.
Ve belki de bu yüzden, bazı öğretmenler kendi mesleğini akademisyenlikle süsleyerek anlatmak isterler.
Oysa bu cümle, sessiz bir gerçeği ele verir: Öğretmen, ne yaptığını tam olarak bilmemekte ya da yaptığı işin kutsallığının farkında olmamaktadır.
Akademisyen, bilginin dallarını budar, sınırlarını çizer.
Öğretmen ise bilginin doğduğu yeri bilir.
Bu farkı görmek, bir unvan değil, bir bilinç meselesidir.
Sanat ve sosyal dersleri önemsemeyen bir öğretmen, farkında olmadan çocuğu bir robota dönüştürür. Oysa insan, duygusal bir varlıktır; ruhunu, hayal gücünü ve yaratıcılığını beslemeyi gerektirir. Müzik, resim, beden eğitimi gibi dersler çocuğa neşe, heyecan, mutluluk, özgüven ve yaşam sevincini kazandırır. Diğer dersler ise, elbette ki bilgi ve beceri sağlar; fakat çoğu zaman soru-cevap odaklıdır, tekdüze ve ölçüme dayalıdır. Temel eğitimde amaç, sadece testleri çözmek değil, çocuğun hem zihinsel hem de duygusal olarak serpilmesini sağlamaktır. Sanat, spor ve sosyal etkinlikler, bilginin kök salmasını ve filizlenmesini destekleyen güneş, su ve iklim gibidir; yok sayıldığında, çocuk sadece bir sınav makinesine dönüşür.
Bu gerçekler ve sonuçları herkes tarafından bilindiği halde eğitimde hiç bir düzeltme yapılmıyorsa, o zaman şunu söylemek yanlış olmaz. Demek ki ana hedef budur!
Eğer ortada bir zorluk varsa, bunun derecesini sizlerle paylaşmayı isterim; ve tüm bu yazdıklarım tecrübeyle sabittir.
Anne olmak, baba olmaktan çok daha zor. Anne olmak, kreş öğretmeni olmaktan çok daha zor. Kreş öğretmenliği, anasınıfı öğretmenliğinden çok daha zor; anasınıfı öğretmenliği, sınıf öğretmenliğinden çok daha zor. Sınıf öğretmenliği, ortaokul öğretmenliğinden çok daha zor. Ortaokul öğretmenliği, lise öğretmenliğinden çok daha zor. Lise öğretmenliği ise, üniversitede öğretim görevlisi olmaktan çok daha zordur.
Çünkü her aşama, karşılaşılan sorumluluk ve karmaşıklıkla doğru orantılı olarak zorlaşır. Temel eğitimden üniversiteye kadar geçen süreçte, öğretmenlerin sabrı, bilgisi, yaratıcılığı ve özverisi giderek artar. Çocuğun zihinsel, duygusal ve sosyal gelişimini beslemek, her adımda daha kapsamlı bir dikkat ve sorumluluk ister.
Kalın sağlıcakla…
Silvan Güneş
Biyografi Yazarı