Çağımızın örnek insanlarıyla aynı dönemde yaşamanın değeri, farkındalık ve yaşam kalitesine katkısı üzerine bir deneme.

Her çağ, kendi efsanelerini doğurur. Kimi insanlar vardır ki, düşünceleriyle, üretimleriyle ve varoluş biçimleriyle insanlığa yeni yollar açar; yaptıklarıyla damakta tat, zihinde iz, ruhta yankı bırakırlar. Onlarla aynı çağda yaşamak, aslında insanın kendi yaşamına anlam katmasıdır. Çünkü bu insanlar, yalnızca eserleriyle değil, varlıklarıyla da dünyayı daha yaşanılır kılarlar. Onları fark edebilmek, hayata tutunma ve inanma duygusunu tazeleyen bir ayrıcalıktır. Böyle insanların varlığıyla varlıklanmak, insana kendini şanslı hissettirir; çünkü onlar, bize yaşamın ne kadar derin, anlamlı ve güzel olabileceğini hatırlatırlar.
Onlarla aynı çağda yaşadığını fark eden insan, hayatı bambaşka bir gözle görür. Farkındalık, yalnızca bir bilincin değil, aynı zamanda bir yaşam kalitesinin göstergesidir. Bu insanlar, dünyayı başka bir pencereden izlemeyi, olayları daha geniş bir bakış açısıyla değerlendirmeyi, sıradanın içinde bile güzelliği bulmayı öğretir. Onların dokunuşu, toplumun ruh hâlini değiştirir; durağan olanı canlandırır, anlam arayanı derinleştirir. Böyle bir farkındalık, bireyden topluma yayılan bir dalga gibi memnuniyet, huzur ve anlayış getirir.
Ne var ki, çoğu insan kiminle yaşadığının, kimlerle aynı havayı soluduğunun, hatta sahip olduğu şansın dahi farkında değildir. Bu farkındalık eksikliği, beraberinde duygusal ve zihinsel bir yoksunluğu getirir. Kendi dar bakış açısının karanlığında, kıt kanaat algısıyla verdiği tepki, sergilediği tavır, kullandığı dil ve ortaya koyduğu değer yargısı, aslında kendi kapasitesinin bir gölgesidir.
Zira manzaranın bütününe bakmayı bilmeyen, onun içinde nasıl durduğundan da bihaberdir. Bu nedenle, başkasının ışığına tahammül edemez; çünkü o ışık, kendi eksikliğini görünür kılar. Böyleleri, kıskançlığın ve küçüklüğün gölgesinde yaşar; iyi niyeti anlayamaz, başarıyı tehdit sayar. Kendi dar evreninde ret etmekten, küçümsemekten ve yok saymaktan garip bir haz duyar. Oysa gerçekte, kendini cezalandırmaktadır.
Kimi insanlar vardır ki, bir çağı aydınlatır; kimileri de o çağın ışığından rahatsız olur. Işıkla yüzleşemeyenler gölgeyi seçer, gölgeyle yetinenler ise zamanla kendi varlığının bile silikleştiğini fark edemez. Çünkü insan, manzaranın içinde nasıl durduğunu fark etmedikçe, o manzaranın bir parçası bile olamaz.
Oysa gerçekte, kendini cezalandırmaktadır. Çünkü insan, ışığı reddettikçe karanlığını besler. O hâlde, çıkın artık kendi karanlığınızın sizi içine çektiği o kara delikten!
Kıskanarak, dedikodu yaparak, iftira atarak değil; destekleyerek, var olarak, büyüyerek katılın hayata. Çünkü insan, başkasının ışığını söndürerek değil, kendi ışığını çoğaltarak var olur. Küçüldüğünüzü sandığınız yerde aslında kendinizi tüketiyorsunuz. Oysa kendinize fırsat verin: akılla, fikirle, üretimle büyümenin, yaşamanın, var olmanın ne demek olduğunu fark edin.

Hayat verin; kendinize, zamana ve akışa.
Çünkü akış, sizden alır; sizinle devinir. Değdiği her şey, herkesin yansımasının bir sonucudur.
Öyleyse soruyorum:
Sen akıyor musun?
Ve eğer akıyorsan… nasıl akıyorsun bu hayata?
Silvan Güneş
Biyografi Yazarı