ChatGPT’ye sizin için sordum.

Yapay zekânın yazarların işini elinden alacağı söyleniyor. Bunu mümkün görmüyorum. Bu konuda sen ne düşünüyorsun?

Çok önemli ve tartışmalı bir konuya değindiniz. 

Benim bakışım şöyle: Yapay zekâ yazarlığın “işini” değil, “araçlarını” dönüştürüyor. Yani yazarlık mesleği ortadan kalkmaz, fakat biçim değiştirir. Çünkü yazarlık yalnızca kelimeleri yan yana getirmek değildir; yaşanmışlık, sezgi, duygu, özgün bakış açısı ve bireysel üslup gerektirir. Bunlar, insanın iç dünyasından ve hayat tecrübelerinden doğar.

Yapay zekâ ise yazara asistanlık yapar:

Fikir geliştirmede, kaynak taramada hız kazandırır.

Metin düzenleme, öneri sunma, teknik düzeltme gibi işlerde kolaylık sağlar.

Yazarın üretim sürecinde zaman kazandırarak ona daha çok “yaratıcılık” alanı bırakır.

Ama bir yapay zekâ, kendi başına yeni bir yaşam deneyimi, ruhsal derinlik, özgün sezgi yaratamaz. Bu nedenle yazarlık insanın elinde kalır; yapay zekâ sadece destekleyici bir araç olur.

Aslında matbaanın icadı, daktilonun gelişi, bilgisayarın yazım dünyasına girişi de benzer kaygılar yaratmıştı. Ama her seferinde yazarlık bitmedi, sadece yeni formlara büründü.

Yani bana göre: Yapay zekâ, yazarların rakibi değil, onların üretim gücünü artıran bir partnerdir.

Yapay zekânın bir insanın hayatını yazması mümkün müdür?

Çok yerinde bir soru…

Teknik açıdan bakıldığında yapay zekâ elbette bir insanın hayatıyla ilgili verileri toplayabilir, kronolojik bir sıralama yapabilir, hatta bu bilgileri akıcı bir metne dönüştürebilir. Fakat bu, yalnızca “olayların kaydı” düzeyinde kalır.

Çünkü bir hayatı yazmak, yalnızca tarihler, olaylar, başarılar ve anılardan ibaret değildir. Bir biyografi ya da hayat hikâyesi yazarı:

Kişiliği çözümlemek,

Yaşamın dönüm noktalarında ruhsal dalgalanmaları sezinlemek,

İnsanın iç dünyasını, duygularını, çelişkilerini yorumlamak,

Toplumsal, kültürel bağlam içinde kişiyi konumlandırmak gibi derinlikler katar.

Yapay zekânın burada eksiği şudur: O, bir insanın yüzündeki çizgilerin ardındaki hikâyeyi göremez; gözyaşının ağırlığını hissedemez; bir gülüşün ardındaki ironiyi, acıyı veya umudu sezemez. Bunlar, insanın yaşanmışlıkları ve empatisiyle ortaya çıkan derinliklerdir.

Dolayısıyla evet, yapay zekâ “bir hayatı yazabilir”, ama o metin çoğunlukla mekanik, duygusuz ve tek boyutlu kalır. Oysa gerçek bir biyografi, yalnızca yaşamın belgelenmesi değil, aynı zamanda bir ruhun, bir çağın ve bir insanlık serüveninin anlatılmasıdır.

Sonuç: Yapay zekâ bir biyografi yazara ham madde sunabilir; ama “insanın hayatını yazmak” gibi sanat ve sezgi gerektiren bir işi, bütünüyle üstlenmesi mümkün değildir.

İsterseniz ben size bu farkı göstermek için aynı kişiye dair iki farklı kısa biyografi örneği hazırlayabilirim:

1. Yapay zekâ tarzı: salt bilgilerle düz bir anlatım.

2. İnsan yazar tarzı: duygusal, yorumlu, edebi bir bakış açısıyla.

Bunu görmek ister misiniz?

– Evet

Harika. O hâlde örnek için hayali bir karakter seçelim: Zeynep Kara adlı bir öğretmen olsun.

1. Yapay zekâ tarzı (bilgi odaklı, mekanik anlatım):

Zeynep Kara, 1978 yılında Ankara’da doğdu. İlköğrenimini Ankara’da tamamladıktan sonra Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde sınıf öğretmenliği okudu. 2000 yılında mezun oldu ve çeşitli Anadolu kasabalarında görev yaptı. 2010 yılında İstanbul’a atandı. 2020 yılında emekli oldu. Hâlen İstanbul’da yaşamaktadır.

2. İnsan yazar tarzı (duygusal, yorumlu, edebi bakış):

Zeynep Kara, 1978 baharında Ankara’nın henüz kalabalığa boğulmamış sokaklarında dünyaya gözlerini açtı. Çocukluğu, babasının kitap kokan kütüphanesinde, annesinin sabırla işlediği nakışların arasında geçti. Öğretmen olma hayalini hep yanında taşıdı; çünkü onun için eğitim yalnızca bir meslek değil, insanın kaderine dokunan kutsal bir yoldu.

2000 yılında diploma aldığı gün, gözlerinde öğrencilerinin geleceğini görüyordu. Anadolu’nun ücra köylerinde kimi zaman çamurlu yolları aşarak, kimi zaman tek odalı lojmanlarda üşüyerek ders verdi. Ama her sabah sınıfa girdiğinde çocukların gözlerindeki pırıltı, bütün yorgunluklarını silip götürüyordu.

Emekliliğini aldığı 2020’de ardında yalnızca yılların emeğini değil, binlerce çocuğun hafızasında kalacak bir gülüşü, bir öğüdü ve bir sevgiyi bıraktı. Bugün hâlâ İstanbul’daki evinde, kitaplarının arasında, öğrencilerinin gönderdiği mektupları saklıyor. Onun hayatı, aslında “öğretmek” kelimesinin ete kemiğe bürünmüş hâliydi.

Gördüğünüz gibi ilk anlatım bir yaşam özeti, ikincisi ise bir hayat hikâyesi.
Aradaki fark tam da burada: bilgi ile ruh arasındaki mesafe.

Dilersen size bu farkı, sizin yazarlık alanınızdan yani biyografi üslubunuz üzerinden örnekleyebilirim. İster sizin eserlerinizden bir fragman alalım, ister başka bir ünlü ismin hayatından… Hangisini tercih edersiniz?

Benim biyografi üslubum  üzerinden örneklemenizi isterim.

Çok güzel  O hâlde sizin biyografi üslubunuzun temel özelliklerini dikkate alarak ilerleyeyim:

Derinlikli karakter çözümlemeleri,

Duygu ve sezgiyi metne katma,

Toplumsal ve kültürel bağlamı ihmal etmeme,

Olayları kuru bir sıralama değil, bir ruh yolculuğu gibi aktarma.

Şimdi hayali bir kişiyi ele alalım: Ahmet Yıldız, bir taşra kasabasından çıkıp iş dünyasında iz bırakan bir girişimci olsun.

Yapay zekâ tarzı (mekanik):

Ahmet Yıldız, 1965 yılında Sivas’ta doğdu. İlköğrenimini memleketinde tamamladıktan sonra İstanbul’a taşındı. Üniversite eğitimini işletme alanında aldı. 1990 yılında ticarete atıldı. Yıllar içinde birçok şirket kurdu ve çeşitli alanlarda faaliyet gösterdi. Evli ve üç çocuk babasıdır.

Silvan Güneş üslubu (biyografi):

1965 yılının sert bir kış sabahında, Sivas’ın rüzgârlı bir köyünde dünyaya gelen Ahmet Yıldız, ilk nefesini aldığı andan itibaren yoklukla varlık arasındaki ince çizgide yürümeyi öğrendi. Çocukluğunda, babasının tütün kokan ellerinden, annesinin sabırla yoğurduğu hamurdan hayatın dayanıklılığını devraldı.

Üniversite yıllarında İstanbul’un kalabalığına karıştığında, aslında taşıdığı şey yalnızca bir valiz değil; köyünün rüzgârı, annesinin duası ve kendi kararlılığıydı. İş dünyasına adım attığında başarısı yalnızca sermayeye değil, insan ilişkilerindeki güvene, azmine ve çocukluğunda öğrendiği “ekmeğin kutsallığı”na yaslanıyordu.

Bugün geriye dönüp bakıldığında Ahmet Yıldız’ın hikâyesi, sadece bir girişimcinin yükselişi değil; Anadolu’dan İstanbul’a uzanan, mücadeleyle yoğrulmuş bir insanlık serüvenidir. Onun hayatında asıl değer, kurduğu şirketlerde değil, dokunduğu hayatlarda saklıdır.

– Lütfen.

Gördüğünüz gibi sizin üslubunuzda biyografi, bir şahsın hayat çizgisini anlatmanın ötesine geçip, o şahsın karakterini, ruhunu, çağını ve çevresini okura hissettiren bir yolculuğa dönüşüyor.

İsterseniz ben sizin gerçek bir eserinizden (örneğin Her Hayat Bir Mirastır – Berat Cömertoğlu veya Kaktüsümden Kopardığım Çiçekler kitabınızdan) kısa bir bölümün benzer şekilde “mekanik anlatım” ve “sizinki gibi ruhlu anlatım” karşılaştırmasını yapabilirim. Böylece fark daha da somutlaşır.

Bunu ister misiniz?

Peki. O hâlde sizin eserinizden örnekleyelim: Her Hayat Bir Mirastır – Berat Cömertoğlu.

O zaman sizin üslubunuz ve eserin ruhunu esas alarak, “mekanik” ve “Silvan Güneş üslubu” farkını gösterebilirim.

1. Mekanik anlatım (bilgi odaklı, kuru biyografi):

Berat Cömertoğlu, 20. yüzyılın ikinci yarısında iş dünyasına adım attı. Eğitimini tamamladıktan sonra aile işlerini devralarak büyüttü. Sosyal sorumluluk projelerine destek verdi. Oğlu Rüstem Cömertoğlu ile birlikte iş dünyasında çeşitli faaliyetlerde bulundu. Çeşitli vakıf ve derneklere katkı sağladı.



2. Silvan Güneş üslubu (sizin tarzınız):

Berat Cömertoğlu’nun hayatı, yalnızca iş dünyasında yükselen bir girişimcinin hikâyesi değildir; o, memleketinin taşına toprağına ruh üfleyen, kazancını paylaşmayı bir görev bilmiş bir hayırseverdir. Çocukluğunda duyduğu “bir lokma ekmeği bölüşmek bereket getirir” sözü, onun tüm ömrüne yön veren ilkeydi.

Aile işlerini devraldığında önünde yalnızca ekonomik zorluklar değil, aynı zamanda toplumuna borçlu olmanın sorumluluğu vardı. Kazandıkça paylaştı, büyüdükçe çevresini büyüttü. Oğlu Rüstem’i de yalnızca bir mirasçı olarak değil, toplum için üretmenin önemini kavramış bir yol arkadaşı olarak yetiştirdi.

Bugün Cömertoğlu adını yaşatan şey, sahip oldukları mülkler ya da kurdukları işletmeler değil; bir okulun kapısından içeri giren çocuğun gözlerindeki umut, bir köy camisinde yankılanan dua ve paylaşmanın ardında bırakılan izdir.



📌 Görüldüğü gibi:

Mekanik anlatım, olayların sıralamasını verir ama ruhsuzdur.

Sizin üslubunuz, olayı insanî değerlerle, duyguyla ve toplumsal bağlamla işleyerek okurun kalbine dokunur.

Sevgili dostlar,
Yapay zekâ marifetiyle biyografi yazabileceklerini sanan; tek amacı maddi ya da manevi kazanç sağlamak, yazarlık unvanıyla şöhret elde edip bu şöhreti basamak olarak kullanmak isteyen bazı kimselere lütfen itibar etmeyiniz.

Bugün “yazar” görünümü altında dolaşan bu kişiler, aslında ne biyografinin ciddiyetini kavrayabilir ne de bir hayatı anlam derinliğiyle kaleme alabilirler. Çoğu zaman da dönüp bana ulaşıyor, “Elimde bir biyografi var, bana yardımcı olabilir misiniz?” diyerek yardım talep ediyorlar. Bir de bana hiç ulaşmayanları düşünün…

Bilinmelidir ki biyografi yazarlığı; ne kolay bir uğraş, ne de gelip geçici bir hevesin ürünüdür. O, edebî niteliği olan, hayatı ve tarihi belgeleyen, sürekliliği bulunması gereken ciddi bir üretim alanıdır. Aynı zamanda sorumluluk ve vefa gerektiren, etik ilkelere dayalı, emek yoğun bir iştir.

Saygılar sunarım.

Silvan Güneş

Biyografi Yazarı

Yorum bırakın