Birbirimize söylenmiş sözlerimiz vardı,
Asma dalının altında, tepemize sarkmış üzüm salkımları kadar bereketli…
Buluşdukça gözlerimiz, birbirimize açılan daha önce keşfedilmemiş bir cennetin kapılarını aralıyorduk… Ve ikimiz de ürkek ve ikimiz de masum ve safça: zamanı saatte aramıyorduk!..
Konuştukça, yüzünde çocukluğunun izleri beliriyordu, ne kadar da masum, mahçup ve içtendi bakışların… Utangaçlığını ele veren kirpiklerin, dağınık bukle saçlarına sığınıyordu gizlenmek için ve sen söylemek isteyip de tam dilinin ucuna varanların bir çoğunu, bir sırrı saklar gibi gizlemeye çalıştıkça, gözlerin her şeyi ele veriyordu…
Herkesin ileriye giderken, başka bir yere akıyordu bizim zamanımız. Gittiğimiz her yere sanki gitmiş gibiydik. Söylediğimiz her şeyi biliyorduk önceden. Tattıklarımız bize hiç de yabancı değildi. Dokundukça yaramıza merhem, aynı damaktan bir mideye iner gibiydik…
Önümüzde bize giden yollar, bildiğiniz arabalarla kat edilecek gibi değildi. Arabayı kullanacak olanlar da bizim sesimizi duyamayacak kadar sağır, dilimizi anlamayacak kadar yabancı, hesabı tutamayacak kadar matematiksizdiler. Biz ise kendimizi gösteremeyecek kadar sahipsiz, dile getiremeyecek kadar kifayetsiz, gerçeği söyleyemeyecek kadar mahçup…
Adımladıkça yollar evet bir yere gidiyordu, ama ne bildiğiniz anda ne bildiğiniz bir yoldaydık… O çok uzaklarda bir yerlerde kaybolurken bedenimiz, ruhumuz askıda nöbet bekliyorduk/bekleyecektik; ta ki utangaçlığını ele veren kirpiklerin, dağınık bukle saçlarından çıkıp içinde sana ait olan duyguları haykırmaya cesaret gösterinceye kadar…
Silvan Güneş
Biyografi Yazarı
17 Eylül 2017