Hayat hikâyesi” deyince gözümün önünden son 100 yıl boyunca hayatını yazdırmış birtakım bilimadamı, siyasetçi, sanatçı, edebiyatçı olarak tanıdığımız insanlar geçiyor. Bunların sayısı ise ülkenin nüfusuna, her alanda yetiştirdiği insan sayısına ve de iş kollarına göre değerlendirdiğimizde oldukça yetersiz olduğu gibi, ortaya “hayat hikâyesi” olarak bastırılarak raflarda yer almış/almamış nicelerini incelediğimde de bunların birçoğunu masallar, hikâyeler, öyküler olmaktan, asıl almamız gereken, bizleri beslemesi gereken fikirlerden, uzak görüşlülükten, hayatımıza katacağı heyecandan, fikirden, onaydan çok uzakta olduğunu tetkik ettikçe, Sevgili Doğan Hızlan’ın da “Bir biyografi yazarı aranıyor!” köşe yazısındaki her cümleden defaatle teyit ettiğimden, belki de Türkiye’de aynı serzenişte bulunan iki kişi olarak kendimi bu müzenin raflarına konulacak bir isim olarak gördüğüm gibi; bir hayat hikâyesini yazmaya soyunmuş kimseleri incelediğimde de eğitimde, bilgide, görgüde, seçimde, fikirde, mensubu oldukları cemaatler ve belli bir gurubun elemanı olmaları sebebiyle liyakaysizce nasıl desteklendiklerine kendilerini ortaya koydukları sosyal paylaşımları vesilesiyle tanıdıkça; bu kimselerin kesinlikle bir insanın hayatını yazması için sahip olması gereken evrimi geçirememiş olduğunu görüyorum!
Keza hayat hikâyesini yazmak da ülkemizde çok değer verilen bir yazım alanı olmadığı gibi, bunu büyük yayınevlerinin hayat hikâyekerini bastırmak için çaba sarf etmediğini, çünkü toplumun edebiyatın bu türünde üretilmiş kitapları okumadığı gerekçesine bağlı olarak kendilerini savunduklarını görebilir; bunun teyidini de ülkedeki en gözde yayınevlerinin bir yılda kaç biyografi kitabını bastığından yola çıkarak anlayabiliriz. Ortada böyle bir acı gerçek varken, hayat hikâyesi yazarlığının hem buna bağlı olarak gelişmediğini, kendini bir hayatı yazabileceğine inandıranların ve buna talip olanların da hiç bir fikri olmadığı bir alanda, kişiye ait her sözü, söyleneni alıp, içine kendinden de olmadık ifadeler, alkışlar, abartılar katıp bir araya getirdiği metinlere cafcaflı ve pahalı bir kapakla yazdığını zannettiği o çok kötü örneklerin, bu işi iyice kapının dışına koyduğunu önce hepimiz iyi anlamalıyız.
Hayat hikâyesini yazdıranlarla ilgili kast edilen ve içi masaldan başka bir şey olmayan, bir girişimciyi, sanatçıyı, siyasetçiyi, edebiyatçıyı, mucidi gerçek anlamda tanımamıza, yaptığı işi tüm boyutlarıyla ortaya koyup kendini nasıl gerçekleştirdiğine, ana hedefe ulaşmak için hedeflerine ve bir hayatta sorgulanması gereken nice başlıklara hiç değinilmeden yazılan ve tam aksine hayatını yazdıranı süslü kelimelerle göklere çıkarttıkça yere batıran, birçok soruyu cevapsız bırakan vb bu algı ya da tarzdan kendimi ayırmak için, yaptığım işe Fransızca’dan dilimize geçmiş “biyografi yazarı” demek zorunda kaldım. Çünkü ne yazık ki ülkemizde yapılan hatayı insanların gözünün içine sokamadığınız müddetçe ne yaptığınız iş ne de sizin varlığınız, bu alandaki tekliğiniz anlaşılamıyor. O sebeple şimdiye kadar kaleme aldıklarım ve alacaklarım, Türkiye’deki ‘hayat öyküsü’, ‘hayat hiķâyesi’, ‘anı kitabı’ adı altında bastırılmış hiç bir kitap görüntüsü kazandırılmış metinlerle eş değerde değildir! Bu farkı, ilk önce biyografisini yazdırmak isteyenlerin, bu işin sıradan bir iş olmadığının farkına vardırabildikçe ortaya koyabileceğimin farkındayım. Çünkü hayatlarını yazdırmak isteyen onlar. Hesabımdaki paylaşımlarımın da bu paralelde bir biyografi yazarının nasıl olması gerektiği konusunda bilgi sahibi olmayanları bu konuda bilgilendirip, onları, hayatlarını onu yazmaya ne yetkin ne de bunu hak etmeyen kimselerin eline düşmekten kurtarmaya ve uyandırmaya yönelik paylaşımları kapsıyor. Bu yazının bir biyografi yazarında nasıl yetkinlikler aranması gerektiğini ve nasıl bir yazarın kendilerinin hayatını yazabileceğini anlamaları bakımından da bilgilendirici olduğunu düşünüyorum.
Silvan Güneş
Biyografi Yazarı



