Eğitim, belli bir bilim dalında, belli bir konuda bilgi ve beceri kazandırma, yetiştirme ve geliştirme işidir.
Eğitim, yeni kuşakların toplum yaşamında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları edinmelerine, kişiliklerini geliştirmelerine yardım etmesi için vardır.
Eğitim, bir toplumun, milletin, insanlığın bu hayatta her alanda bilgili, bilinçli ve de insanca yaşayabilmesi için, bireysel olarak disiplin, toplumsal olarak ise sosyolojik olarak birlikte sağlıklı bir iletişim ve nezaket kuralları içerisinde saygı, sevgi, hoşgörü çerçevesinde yaşamasını sağlayan olmazsa olmazlardan biridir. Bununla birlikte, her birey almış olduğu eğitimin hududun içerisinde değerlendirilmeli, liyakat her iktidara gelen hükûmetin kırmızı çizgisi olarak ihlal edilmeye cesaret dahi edilmeyen bir etik değerler olarak yerini korumalı, zihinlere bu şekilde nakşedilmelidir.
“Eğitim, okulun işidir” ve koskoca bir toplumu eğitecek olanlar da elbette ki öğretmenlerdir. Gazi Atatürk’ümüz, yüzyıllardır cahil bırakılmış ve eğitimi çok küçük bir zümrenin çocuklarına ait olarak gören monarşi sistemi içerisinde bir de ülke sınırları içerisinde azınlık olarak bilinen, ve fakat ülkede kurulan okulların neredeyse tamamı bu azınlığa ait olan okullarda verilen eğitimin, ülke aleyhine ikircikli eğitimini de çocukluğundan bu yana şahit olduğundan, yeni kurduğu cumhuriyette eğitimin önemine olduğu kadar eğitimde birliğin de önemini çok iyi bildiğinden,, Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu (Öğretim Birliği Yasası)‘nu Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 3 Mart 1924 tarih ve 430 Kanun Numarası ile kabul edilmiş ve ülkedeki bütün eğitim kurumlarının Maarif Vekâleti’ne (günümüz: Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı) bağlanmasını öngören yasayı yürürlüğe sokmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’nde eğitimin temel kanunu kabul edilmiş ve daha sonra çıkarılan kanunlara esas teşkil etmiştir. 1982 anayasasında 174. maddeyle koruma altına alınmış “inkılap kanunlarından” bir tanesi olan Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu ne yazık ki son yirmi yılda yolundan saptırılmış, özel okullar, yurtlar ve özel kurslar, Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu’na uymayan din ve farklı anlayış ekseni içerisinde çocuklara verilen bilgilerle kafa karıştırıcı, toplumu kutuplaştırıp ayrıştırıcı, ötekileştirdikçe uygar ve modern olması umulan insan gelişimini, eksi işe yaramayan, mantıklı cevap bulunamayan ya da tabu haline getirip tartışılmaz kılan konular içerisinde yoğurdukça, ilişkiler, ilerleyiş ve eğitim kangren haline getirilmiştir. O sebepledir ki eğitimde sorunlar bugüne gelene kadar katlanarak büyümüştür.
EĞİTİMDE TEMEL SORUNLAR
Eğitimde sorunları 3 ana başlıkta toplamak isterim, fakat bundan önce, milletin çocuğuna iyi bir eğitim verilebilmesi için öncelikli olarak öğretmen olarak atanan ve kendine “öğretmenim” diyen her kim farsa, bu kimselerin gerçekten kendi almış oldukları eğitime karşılık gelen bir alana atanması, ilgisiz bölümlerden mezun olan kimselerin ise eğitimci olmalarının önünün kapatılması gerekir. Tüm bunların sağlanması elbette zor değil, olması gerekendir. Fakat eğitimi temelden sarsan hareketlerden bir diğer konu ise cumhuriyetimizin kurulmasından bu yana eğitimi köylerden başlatan Başöğretmen Atatürk’ümüzün bu toplumu muasır medeniyetler seviyesine çıkartabilmek için giriştiği mücadelede, onun en önemli takipçileri olan öğretmenlerin bir zamanlar köylere kadar okul açıp eğitim hizmeti götüren devletin en önemli neferleri, köylerde her bakımdan köylünün danıştığı birinci danışmanı, yol göstereni, önünü açanıyken; son 20 yıla kadar öğretmenin bu görevinin de elinden alınması, bu hizmeti bu sorumlulukla devam ettiremiyor olması, buna sebebiyet veren iktidarda var olan parti politikalarının bunun tam aksine gerçekleştirdiği uygulamalar ile önce okulları kapatıp, taşımalı eğitime geçilmiş, ardından da göçlere sebep vererek, köy yerinde okul olmadığı için çocuğunu en yakın ilçe ve İl’e götürmek içim tarımı, hayvancılığı, bağını-bahçesini terk edip göç eden köy halkının yaratılmasıyla; hem eğitimin hem de tarımın sekteye uğraması sağlanmış, zaman içerisinde köyler boşalmış, birçok köy virana dönmüştür. Oysaki, ne zaman eğitim veya tarım söz konusu olsa, siyasetçilerin sürekli sözde buna verdikleri ehemmiyet içeren sözler sarf ediliyor olsa da özellikle köy yerlerinde kapatılan okullarla birlikte tarıma da büyük bir sekte vurularak üretmeyen, tüketen halk, ithal ürünleriyle beslenen ve tüketen halk yaratılmış, atalarının ve kendi doğduğu topraklardan koparılarak bilmediği ilçe ve illerde yaşamaya ayak uydurmaya çalışan köy halkı ise kendi içerisinde birçok sosyo-psikolojik sorunlarla burun buruna kalarak toplumun yaşam kalitesi zarar görmüş, yaşanan kültür erozyonu ise dile dahi getirilemez olmuştur. Ülkenin koşullarına uygun devletin yeteri sayıda okul ve açılan sınıflara uygun öğrenci sayısı konusunda bir standardının olmaması, ataması gereken öğretmenleri atamayıp ülkenin eğitim alanında yetişmiş insanına istihdam sağlamayarak onları “ücretli öğretmen” statüsünde değerlendirip, sözleşmeli öğretmen anlayışını eğitimin içerisine sokmasını, öğretmende bıkkınlık, veli ve halk üstünde ise itibar kaybına neden olan durumlara düşürmesi eğitime/öğretmen vurulan diğer darbelerin yanında kişi hak ihlaline kadar giden sonuçlarıyla memleketimizi her bakımdan zayıflatmaktadır.
Eğitimin en temel sorunları ve çalışma koşulları;
- Eğitimde birliğin bozulması; (özel okul, yurtlar vb. eğitim adı altında çocukların belli zihniyetlerin çocukların zihin yapısının bozulması sağlayarak toplumda kutuplaşmanın sağlanması…)
- Okulun bulunduğu bölgeye uygun bir arazide yer almaması,
- Yapılan binanın kalitesi ve fiziki şartları,
- Her il, ilçe ve beldenin -öğrenci- nüfusa uygun okulların açılmaması
- Sınıf sayısının haddinden fazla olması ve kalabalık sınıflarda ders işlenememesi,
- Sözleşmeli öğretmenlik yüzünden 99 bin öğretmenin atanamadan çalıştırılması ve iş güvenliğinin ortadan kalkmasıyla öğretmen adaylarının moralinin bozulması.
- Eğitim aldığı alanın eğitim ve öğretimle hiç ilgisi olmadığı halde, ziraat fakültesi, iktisat fakültesi b. bölümlerden mezun olan kimselerin öğretmen olarak atanmasına müsaade edilmesi, kadro verilmesi.
- Müzik, Resim dersleri haftada 2 ders saatiyken ders saatlerinin 1’e düşürülmesi. Kulüp ve Rehberlik derslerinin kaldırılması. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Dersi’nin kaldırılmasıyla çocukların yakın tarihlerini bilmemeleri. Okullarda kültür ve sanat derslerine hiç yer verilmemesi. Türk Halk Oyunları ve Tiyatro derslerinin eğitimden kaldırılması, bu alanda çocukların seçimlerine değer verilmemesi.
- Devletin lise mezuniyetini asgari eğitim şartı olarak kanunlarla korumasına rağmen özel okullara fırsat verip bu okulları kapatmadığı gibi beraberinde yurtlara fırsat vermesi.
- Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Dersi’nin ders sayısını bilimselliğe, akla ve mantığa uygun olmayacak biçimde artırıp, farklı branşlardan mezun olan ülkenin yetişmiş öğretmen gücünü yok sayıp sadece din alanında eğitim alan kişileri istihdam ederek diğer branşların hakkını yemişlerdir. Ayrıca, Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi derslerinin içeriğini laik bir ülke olan ve kurulduğu günden bugüne kadar Anayasa ile yönetilen ülkede olmalarına rağmen Anayasayı çiğneyerek çocuklara din diye verilen eğitimin hem çocukların yaşına ve bulundukları mantık alemine denk gelmeyen eğitimle bezenerek onaylanmayacak biçimde ağır konular içermesi sebebiyle, çocukların zihninde din inancını korkulu bir hale getirip sosyo-psikolojik ve algı yapısını bozmak vb sayabiliriz. Bunun sonucunda laik eğitimin içi boşaltılıp din eksenli bir eğitim verilirken, tüm okulların İmam Hatip olması yönünde eğitimin üstünde oynana oyunlar ve ona biçilen biçimler, bu haliyle dahi eğitimin yerinde sağlıklı bir yer edinememiştir. Din derslerinin sayısı azaltılmalı ve eskiden olduğu gibi seçmeli yapılmalı, din dersinde ise insanlık tarihi boyunca var olan dinler hakkında genel kültür dersi verilmeli, çocuk her türlü inanca düşman yetiştirilmenin yanı sıra, dünyayı, insanları ve inançlarını anlayıp farklı dil, din, ırk gibi unsurlara saygı duyarak yetişmelidir.
- Seçmeli ders adı altında açılan derslerde çocuklara hiç bir seçenek sağlanmadığı gibi bu derslerin okul yöneticileri tarafından seçilip, çocuklara ve velilere formaliteye uyması açısından sanki onlar seçiyormuş gibi seçme hakları ellerinden alınarak belgede sahtecilik yapılarak belgelerin buna uygun doldurulmasının sağlanması…
- Her öğretmen bir saatlik derste 3, 4 sınıf sayısına eş öğrenciye ders verdiğinden sağlığı bozuluyor.
- İlgisiz veli sorunu ve çocuğunu evi okula yakın olmasına rağmen daha uzak yurtlara çocuğunu veren velinin çocuğuna gereken ev sıcaklığını yaşatmaması, suç ve rehberlik faaliyetlerini artırıyor.
- Yabancı dil öğrenememe sorunu.
EĞİTİM NASIL OLMALIDIR?
Eğitim gerçekten önemliyse önce bu kelimeyi sarf edenlerde samimiyet, sonra da sözlerine binaen getirdiği standarda tanıklık edilmeli ki eğitim hak ettiği gibi layığıyla hayata geçirilebilsin. Bunun için;
OKUL NEREYE DENİR? İYİ BİR OKUL HANGİ STANDARTLARA SAHİP OLMALIDIR?: Öncelikli olarak olarak şunu söylemek isterim ki, bir yerin okul olabilmesi için sadece dört duvarının ve oturabilecek masa ve sırasının olması yetmez. Özellikle de gelişen dünyaya ayak uydurabilmek ve dünya ülkeleri içerisinde ülke olarak da kendimize bir yer edinebilmemiz, itibarımızı ve saygınlığımızı koruyabilmemiz için eğitimi önemseyip gereklerini mutlaka yerine getirmemiz gerekmektedir. Bunun için;
1) Ülkemiz sınırları içerisinde yer alan tüm okullar, hem bulunduğu il, ilçe ve beldede yer olarak hem de bina olarak öncelikli olarak belli fiziki standartlara uygun olarak yapılmalıdır. Aşağıda sayacağım standartlara sahip olmayan okullar ise yıkılıp standarda uygun okullar yapılmalıdır. Şu çok iyi bilinmelidir ki, gerçek anlamda bir eğitimin verilebilmesi için tasarruf yapmak, bir ülkeyi geriye götürüp daha sonra da başka milletlerin iştahını kabartacak bir zayıflığa sahip olmaktan başka bir şey değildir. Bu durumun en iyi yaşanmışlığı ve değerlendirilmesi Osmanlı İmparatorluğu’nun son 100 yıl içerisinde düştüğü her türlü aczıyete örnek gösterilebilir. o sebeple eğitim aynı zamanda bir beka sorunudur da… Ayrıca unutmamak gerekir ki, kaliteli okullarda kaliteli eğitim verilir ve kaliteli binalar, idarecilerin, eğitimcilerin olduğu kadar çocuklardan velilere kadar; kendilerine giyim kuşamından davranışına kadar herkesin kendine çekidüzen vermesini sağlayan önemli bir görsel zekâ seviyesine ulaşmak demektir.
2) Her okulda mutlaka Fen Bilimleri, İngilizce, Matematik vb. laboratuvarlarından havuzuna, sahnesinden konferans salonuna, atölyelerinden kantinine kadar geniş arazi içerisinde sıkış tepiş bir eğitimin sürülmediği bir kompleksin içerisinde olmalıdır. Çünkü iyi bir insan yetiştirmek koplike bir laboratuvar işidir.
3) Okullarda kültür ve sanat derslerine mutlaka yer verilmeli. Müzik, Resim dersleri lise düzeyi okullardan seçmeli olmaktan çıkartılmalı. haftada iki saat yapılmalı. Okullarda Türk Halk Oyunları ve Tiyatro dersleri getirilmeli. Beden Eğitimi derslerinde çocuklara yüzme dersleri de verilebilmelidir.
ÖZEL OKULLAR SORUNU
Devlet Lise mezuniyetine asgari eğitim şartı koşmasına rağmen, memleketteki eğitim hakkını planını ülkedeki özel okullara göre planlamaması düşünülemez. Özel okulların olmadığını düşünecek olursak, devleti yönetenlere sormak gerekir; sizler devletin temel taşı olan eğitimi özel okullara güvenerek mi bu kanunu çıkarttınız? Özel okulların, bu ülkenin gerçek sahibi olan vatandaşlarının çocuklarının iyi bir eğitim alması için ayda 40 bin-50 bin TL gibi cebinden servet değerinde parayı ödemek zorunda kalmadı; hatta özel okulların bununla da kalmayıp, (diğer+ödeneklerle) bu rakamları aşan bir serveti gözden çıkartması, devletin özel okullar üzerinden kendi vatandaşına verdiği değeri ortaya koyduğu gibi, koskoca bir devlerin vatandaşının haklarını gözetmediği gibi, onun geleceğine maddi ve manevi uğrattığı zararın hukuksuzluğunun bedeli altında ezmesi, temel haklara aykırı bir durumu da ortaya koymaktadır. Oysaki; özel okullara bu fırsatı veren ve birtakım aileleri özel okulların kapısına yığan devlet, özel okulları kapatıp, ailelerin özel okullara verdiği bu para yerine onlardan devletin okuluna 10.000 TL vermesini sağlayarak her bakımdan nitelikli okullar açsa, hem eğitimde nitelik artar hem de öğretmenlik mesleği halkın nezdinde kaybettiğini düşündüğü itibarını yeniden kazanırken, bu durum öğretmenlerin de bu tip okullarda çalışmak için aralarında tatlı bir rekabetin doğmasına neden olabilir. Tıpkı, bir zamanlar seçili okullar olan “Anadolu Liseleri” gibi…
BİR ÖĞREYMEN KAÇ SAAT DERSE GİTMELİDİR?
Bir okulda eğitime vurulan en büyük sektelerden biri de sınıfların 30, 40, 50 kişilik olmasından kaynaklanmaktadır. Hâl böyle olunca bir okulda eğitimden bahsedilmesi mümkün olmamaktadır. çünkü MEB kalabalık sınıf sayısına rağmen derse soktuğu öğretmenin 40 dakikada o sınıfta yer alan tüm öğrencilere yetebilecek bir eğitimin verilmesinin mümkün olmadığını bildiği halde, öğretmeni hem kalabalık sınıflara mahkûm etmekte, hem de öğretmene öğretmenliğinin aksine; dadı, bakıcı, zabıta, polis görevi ile eğitimi mümkün kılmayan bir kaderin içerisine sevk etmektedir. Bu durumun ise acilen düzeltilmesi gerekir ve tüm öğretmenler şimdi buraya yazacağım maddeler etrafında ağız birliği yaparak haklarını savunmalıdır. Bir öğretmenin bir sınıfta kaç öğrenciye ders verebileceği konusu bilimsel gerçeklikle ortadadır. Bir sınıfınta öğrenci sayısının en az 10, en fazla 15 olmasını sağlayan düzenleme acilen yapılmalı, eğitimde bir öğretmenin sağlıklı bir şekilde dersini işlemesi, aynı şekilde okula öğrenmek için gelen çocuğun da bilgi alma hakkının kalabalık sınıflarda ders yapmaya zorlanarak gasp edilmemesi için öğrenci sayısına mutlaka bir standart getirilmesi şarttır. Ayrıca 15 kişilik bir sınıfa sonradan + 1 öğrenci dahi gelse, öğretmen 2 sınıfa ders vermiş sayılmalı, her ders için öğretmene 2 ders saati ücreti ödenmeli, bu şartlarda ders saati sayısı 10′ ders saatine ulaşmış ise maaş karşılığı girmesi gereken ders sayısı 15’den 10’a düşürülmelidir.
ÇOK SAYIDA ÖĞRENCİ VE GÜRÜLTÜ ÖĞRETMENİN MOTİVASYON VE SAĞLIĞINI BOZUYOR
Çocukları susturacağım diye sesini yükseltmek zorunda kalıyor ve nitelikli bir ders verilemediği gibi eğitim açığı çocuğa verilen ödevlerle kapatılmaya çalışılıyor. Çok ödev yapmak zorunda olan çocuk eve gidince sürekli ödev yapmak zorunda kalıyor ve bu durum çocuğun ailesiyle bağını koparttığı gibi, çocuk okuldan soğuyor. Okula gelmek istemiyor ve zaman içerisinde tembelleşiyor ve ders çalışmaz hale geliyor. Öğretmenin gürültünün içerisinde ders verme çabaları, çocuklarda olduğu kadar öğretmene de zarar veriyor. Sesini yükseltmedikçe çocukları susturamayan, çocukları susturamadığı için yıllık planına uyup müfredatı işleyemeyen öğretmen haliyle sinirleniyor ve bu sefer çocuğu daha ciddi uyarma gereği duyuyor. Bu durumlar yaşandığı sınıflarda bu sefer çocuk öğretmenini şikayet ediyor ve bu sebep yüzünden pek çok öğretmen hakkında yapılan şikayet yüzünden idareyle iletişimi bozuluyor ya da soruşturma geçiriyor. İşin yapmak için bu sefer başına gelmedik kalmayan öğretmen yaptığı işe olan inancını ve motivasyonunu yitiriyor. Yanı sıra çok kalabalık okullarda gürültünün desibel oranı o kadar yüksek oluyor ki, öğretmen kafası dolmuş bir şekilde ders girmek zorunda kalıyor. Bu tür okullarda öğretmenin normal sesi ile ders vermesi söz konusu olmadığı gibi, kalabalık sınıfları disipline etmekte zorlandığı için bu durum öğretmen açısından çok yıpratıcı oluyor.
KALDIRILAN DERSLER BAYRAMLAR VE ARTIRILAN DİN DERSLERİ SONUCU ÇOCUKLARIN DİSİPLİNE EDİLEMEMESİ
Okullarda verildiği sanılan eğitim bilimsellikten uzaklaştırılmış, İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Dersinin kaldırılıp, birçok müzik, resim, kulüp, rehberlik derslerinin kaldırılıp bu derslerin hepsi Din Kültürü ve Ahlâk derslerine verilerek laik ve çağdaş bir neslin yetişmesinin önlenmiş, okullardan Türk Halk Oyunları, Tiyatro dersleri kaldırılmış, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ve 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramlarının stadyumlarda kutlanması engellenmiş, bu sebeple her okulda var olan bando takımları da dağılmış, ülke genelini düşünecek olursanız her okulda servet değerinde var olan bando takımları atıl duruma düşürülerek eğitim ve çocuklar maddi ve manevi zarara uğratılmıştır. Okulların bayram kutlamaları okul bahçelerinde yapılması öngörülmesinin ardından, uygulamaya geçildiği günden bu güne kadar geçen sürede okullarda bayram kutlamaları ile ilgili yapılacak olan kutlama programları heyecanını yitirmiş ve memleketimizdeki önemli bir okul bayramı ya bir gün öncesinden bir iki konuşma ve şiirle kutlamış saymış, kimisi hiç kutlamamış ve ne yazık ki okullar bayram günlerinde kapılarına kilit vurmuş, böylece genç nesil milli birlik ve beraberlikte sahip olması beklenen ve aşılanması gereken eğitimden yoksun kaldıkça, okullarda öğretmenini dinlemeyen, ona karşı çıkan, okulu kafeterya olarak gören, saygı ve sevgide kusur etmeyi meziyet zanneden bir şuursuzlukla, buna rağmen eğitim vermeye çalışan öğretmenlerine işini bir işkence haline getirmiştir.
Okullarda sosyal faaliyetlerin olmaması, çocukları hem zihnen hem de bedenen disipline edilememesine neden olmakta bu da çocuğu büyüklerine karşı saygısızlık yapmak için adeta birbirleriyle yarışır bir hale sokarken, aynı zamanda okuma eğilimlerini de zayıflatmaktadır. okulda bedensel ve zihinsel disipline uygun bir eğitimin verilememesinin ve kalabalık olan sınıf mevcudu nedeniyle de dersi önemsemeyen çocukları uyuşturucu ve kötü alışkanlıkların kucağına atmaktadır. Tüm bunlarda birlikte öğretmene saygısızlık, anne ve babasını dinlememek, bir amacı olmamak ve eğitimi gerekli görmemek gibi durumlara düşen birey topluma daha sonra suç işleme potansiyeli yüksek çocuklar olarak geri dönmektedir. Hâl böyle iken, sosyal faaliyetleri olmayan, disipline edilemeyen çocuklar demektir ve böyle okullarda eğitimden bahsetmek mümkün değildir.
İVEDİYLE OKULLAR AÇILMALI ÖĞRETMENLER ATANMALIDIR
Cumhuriyetimizin kurulduğu yıllarda olduğu gibi köy okulları açılmalı ve aktif olarak faaliyete geçilmeli, ülkedeki tüm okullar, hem bölgesel, coğrafik ve üretim faktörleri göz önünde bulundurularak çağın ilerleyişine uygun modernize edilmiş bir anlayışla Köy Enstitüleri günümüze uyarlanıp yeniden açılmalıdır.
İLGİSİZ VELİ SORUNUNUN ÖĞETMENE YÖNELİK TEHDİTE DÖNÜŞMESİ
İlgisiz veli sorunu ve çocuğunu evi okula yakın olmasına rağmen daha uzak yurtlara çocuğunu veren velinin çocuğuna gereken ev sıcaklığını yaşatmaması, suç ve rehberlik faaliyetlerini artırıyor. Yanı sıra öğretmeni çocuğunun eğitimi için “mecbur öğretecek” ifade ve tavrı içerisinde öğretmen olarak değil de; bir dadı, bakıcı gibi görmesi, öğretmene veremediği değer yüzünden ailenin öğretmene takındığı tavırlar öğretmenin sınıfta ders vermesini engelliyor. Çünkü özellikle yurtlara giden çocuklar sevgisiz büyüdükleri gibi, çocuğun herhangi bir temel ihtiyacı ya da yaşadığı bir olay sonucunda okulda öğretmen ve okul idaresi tarafından yapılan değerlendirme ve uyarıları yok sayıp, çocuğunu öğretmenlerine karşı dolduruşa getirip saygısız davranmasına vesile olması; kendi çocuğuna dahi bakmaya aciz olduğundan çocuğunu adeta başından atarcasına bir yurda ve oradaki görevlinin inisiyatifine terk eden, çocuğuna bir aile sıcaklığı, anne-baba sevgisi görmeyen; okulda çocuğunun yaşadığı bir olay karşısında aldığı uyarıyı ise kaldıramayıp ebeveyn olarak gösterdiği ilgisizliği büyük bir kabalıkla öğretmeni suçlayıcı, kendince aşağılayıcı tavır, davranış ve söylemleriyle kabalığı elden bırakmayan bu veli tipleri, bu sefer öğretmenin başını belaya sokmak için tüm enerjisini, bağlantılarını ve çevresini bunun için kullanan bu tür sorunlu velilerin, öğretmen üzerinden öç alma duygusuyla garip bir sosyolojik vakaya giden birçok benzer olayların ortaya çıkmasına neden olması neticesinde öğretmen ömrünü verdiği öğretmenlik mesleğinden soğuyor. Dolayısıyla çocuğuyla ilgilenmeyen anne-babanın okulda çocuğuyla ilgili yaşanan bir olay üzerinden kendi ilgisizliğini bastırma dürtüsüyle, çocuğuna gösteremediği sevgisizliğinin acısını öğretmenden çıkartmaya çalışılıyor.
YABANCI DİL ÖĞRENEMEME SORUNU
Ülkemizde cumhuriyetimizin kurulmasından bu yana eğitime kazandırılan her okulda İngilizce, Almanca, Fransızca öğrenmek üzere yabancı dil dersleri olmasına rağmen, 100 yıllık eğitim ve öğretim geçmişimiz boyunca bu dersler ülke genelinde gerçekleşen her partinin iktidara gelip kendi bünyesinde atadığı Milli Eğitim Bakanı ile birlikte, eğitim ve öğretimdeki müfredat ve eğitim alanında alınan onlarca farklı kararlar neticesinde kimi zaman her okulda bu üç dilden dersler her sınıfın bir dersi seçmesiyle müfredatta yer almış, zamanla Almanca ve Fransızca kaldırılarak evrensel dil olduğu için okullarda sadece İngilizce dersi verilmesine karar verilmiştir. Oysaki bir milletin dünyayla iletişimini farklı diller üzerinden de sağlamak, dünya insanı ile iletişime geçmek, sosyo-kültürel, ekonomik, bilimsel, sanatsal alışveriş yapıp iletişim içinde olmak, geleceğimizin teminatı olan çocuklarımız ve onların gelecekleri için de çok önemlidir. Fakat yabancı dil sorunu ülkemizde öyle bir durumdadır ki, Arap yarımadasında bulunan ve geri kaldığını düşündüğümüz bazı ülkelerin vatandaşları dahi, her ne kadar bir ülkenin sömürgesi durumunda olsalar dahi, İngilizceyi, Fransızcayı, Almancayı ana dilleri gibi konuşup, özellikle Avrupa, Amerika gibi dünyanın önce gelen ülkelerinin insanlarıyla her bakımdan çok rahat iletişim kurabiliyorlarken, Türkiye’de 100 yıldır MEB bünyesinde yabancı dil eğitimi verilmesine rağmen ne yazık ki arzu edilen hedefe ulaşılamamış, yabancı dil bilmek çok büyük bir meziyet sayılmasına rağmen, öğretmeninden memuruna, siyasetçisine yabancı dil bilmediğinden sınıfta kalmıştır. Peki Tük milletinin yabancı dil konusunda başarısız olmasını sağlayan bu sınavı niçin veremiyoruz? Özellikle ülkemize getirilen mülteci olarak getirilen Suriyeliler, İranlılar, Afganlar, Araplar dahi sosyal medyada şakır şakır İngilizce yazıyor, yabancılarla bizlerden daha iyi iletişim kurabiliyorlarken, bizleri sanki dil öğrenemeyecek kadar geri bir zekaya sahip bir millet atfıyla aşağılamaya çalışan bir kesimi de göz önünde bulundurduğumuzda bu başarısızlığı nasıl yorumlamalı ve bu durumdan kendimizi nasıl kurtarmalıyız. Yukarıda da yazdığım gibi; Türk okullarında eğitim öğretimin içerisinde yabancı dil dersi olmasına rağmen sınıf sayısının 15’i aşması ve yabancı dil derslerinin haftalık ders saatinin yetersizliği, Türk çocuğunu yabancı dil öğrenme konusunda geri bırakmaktadır. Bu durum ülkemiz için her bakımdan sorun yaratmaktadır. Öyle ki çocuklar, yabancı dil bilmeyen ebeveynleri, branşı yabancı dil olmayan öğretmenleri ve çevrelerinde yabancı dil yerine dini öğrenmeleri gerektiği konusunda yapılan yoğun baskılar neticesinde kendilerinin yabancı dil öğreneceklerini ve konuşabileceklerini öngörememekte, böylece cesaretlerini yitirdikleri gibi, dil öğrenmeye ilgi de duymamaktadırlar. Yabancı dil öğrenememe sorununun ivediyle ele alınması ve okullardaki dil labratuvarı kurulmasından, yabancı dil öğretmeninin kendisinin dahi yabancı dil bilmemesine ya da konuşamamasına rağmen yabancı dil dersine girmesine kadar her faktör üstünde durulmalı, öğrenci sayılarının ise en fazla 15 kişi olması şartına uyularak, her bakımdan öğrenmeye fırsat verilmesi konuları sürekli gündeme getirilerek MEB’nın bu alanlarda acil çalışma yapması sağlanmalıdır.
Sonuç olarak; ülkemizdeki eğitimin çok büyük sorunları vardır. Çözecek adamını ise halen bulamamıştır. O sebeple yukarıda yazdıklarımı kim ne zaman hayata geçireceğini bilmiyor olsak da burada kaleme aldığım her bir cümlenin hayata geçirilememesi mümkün dahi değildir, yeter ki, iktidara sahip olanlar ülkenin elinden aldıklarını yeniden geri verebilsinler! 50 kişilik sınıflarda eğitim vermeye çalışan öğretmenlerin durumu hem maddi yönden ele alınmalı hem de bir an evvel devlet yeni okullar açarak çocukların eğitim hakkını gasp etmemelidir. Şu an 99.000 öğretmen ‘Sözleşmeli Öğretmen’ adı altında çalıştırılmaktadır. Bu öğretmenler ivedilikle kadroya alınmalı, liyakate ise önem verilmelidir. Öğretmenin çalışma koşullarını iyileştirilmeli, yeni okullar açılmalı, açılacak okullara ivedilikle atanmayı bekleyen öğretmenler meslekleriyle buluşarak istihdam edilmelidir.

Silvan Güneş
Biyografi Yazarı