
Hüseyin de zaten okumak istiyordu, fakat çok yoksuldular. Asırlardır okul nedir bilmeyen bir neslin evlatları Gazi Atatürk’ün cumhuriyeti kurmasıyla birlikte memleketin her yerinde açılan okullarda okumayı öğrenmişti. Çocuklar okumayı çok istiyorlardı, fakat asırlardır cahil bırakılmış bir milletin okumayı o yıllarda çok da önemli görmüyordu! Çocukların okutulması fikri herkese uygun değildi. Hem tarım ve hayvancılıktan başka mesleği olmayan bir millet çocuğunu okula gönderirse hayvancılığı, çiftçiliği kim yapacaktı? Bu olumsuzluklara rağmen Hüseyin makus talihini değiştirmek istemiş, köyünden çıkıp Acıpayam’a gitmiş, okula başlamak için babasının tanıdığı bir fırıncıya ‘velisi olmasını’ teklif etmişti. Babası bu haberi alınca Hüseyin’i kolundan tuttuğu gibi köye geri getirdi.

Küçük Hüseyin köye döndü, fakat ne kadar istese de okula gidemedi. Eğitim almadı. Bilime olan ilgisi ise giderek büyüyordu. Köye gelen kamyonlar onu etkiliyor, uçakların pervaneleri, motorları en büyük ilgi alanları arasında kafasını meşgul ediyordu. Daha onlu yaşlarda kendi kendine makineler hayal edip tasarımlar yapıyordu. Uçakların da pervaneleri olduğunu gördüğünde rüzgâr gücünün bir araçta da kullanılabileceğini düşünmüş, köyde 4 tekerlekli bir araç dahi tasarlamıştü. Yıllar sonra bu tasarımını Amerikan gazetelerine “pervaneli aracı hareket ettirmek epey zor oldu, ama sonunda başarmıştım!” diye aktaracaktı. Demek ki tanrı dileklerini gerçekleştirmek için çobanlık yaptığı yere ona okuması için önayak olan bu öğretmenleri getirmişti de o da bu sayede geç de olsa okula başlayabilmişti. Acıpayam Gölcük Yatılı Bölge Ortaokulu’nda okula başlayan ve 12 yaşından sonra okuma-yazmayı öğrenen küçük Mustada, daha sonra Denizli Lisesi’nde parasız yatılı okulunda öğrenim gördü.

Bir süre sonra katıldığı bir matematik yarışmasında Hüseyin’e bir kitap armağan edildi. O gece kitabı okuyup bitirdi ve ertesi gün Fen Bilgisi öğretmenine giderek kitapta eksiklik olduğunu söyledi. Öğretmen çok şaşırdı, çünkü Hüseyin’in “eksiklik var” dediği kitap Einstein’ın İzafiyet Teorisi hakkındaydı. Hüseyin bu teorinin önemli bir parçasının kitapta bulunmadığını hem de o yaşta fark etmişti!
Fen öğretmeni konuyu İstanbul Teknik Üniversitesi’ndeki hocası fizik profesörü Nusret Kürkçüoğlu’na mektupla bildirdi. Kürkçüoğlu, Hüseyin’in liseyi bitirince yanına gelmesini yazan bir mektup yazmıştı. Hüseyin liseyi bitirdikten sonra soluğu İTÜ Elektrik Mühendisliği Bölümü’nde aldı ve 1950 yılında o artık bir üniversiteliydi.
Denizli Lisesi’nden mezun olduktan sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik bölümünden mezun oldu. Başarısı ve araştırmalarıyla dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün de referansıyla Amerika Birleşik Devletleri Boston MIT Üniversitesi’nde 1954 yılımda yüksek lisans yaptı ve burada profesörlüğe kadar yükseldi. 1957’de bilgisayarlara sesle komut verme üzerine çalıştı. Sesli asistanın atasını geliştirdi.
1958’de Einstein’in Genel Görelilik Teorisi’nin zayıf alanlarla ilgili kısmında eksikler tespit etti ve kendi adıyla anılan “Yılmaz Kütle Çekim Kuramı”nı geliştirdi. Olay ufkunu, kütle çekimini, Büyük Patlama’yı ve genişleyen evreni reddeden teorisi, fizik camiasinda tartışıldı ve eleştirildi.

1959 yılında Genel Görelilik Teorisi Üzerine yaptığı çalışmalarıyla Kütle Çekim Araștırmaları Vakfı Ödülü’ne layık görüldü.
1965 yılında Kendisine Northeastern Üniversitesi hayatından fahri profesör unvanı verildi.
1990 yılında Tufts Üniversitesi Elektro-Optik Araştırma Merkezi ve Japonyo’daki Hamamatsu Fotonik firmasında çalışmalar yaptı.
27 Ocak 2013’de ABD’nin Massachusetts eyaletindeki Cambridge şehrinde hayatını kaybetti.
Prof.Dr. Hüseyin Yılmaz, akademik hayatı boyunca pek çok başarılı araştırmaya imza attı. Hatta çalışmalarının bir kısmı sayesinde insanların renkleri nasıl algıladığının şifrelerini çözdü. Ömrünü bilime adadı ve insanlığa faydalı işler yaptı. Ruhu şad olsun.