
Bugün “akademi” ve “akademik” kelimeleri üzerinde sizlerle dertleşmek istedim. Mevzu şu ki, ne yazık ki son yıllarda ortaokul ve lisedeki çocuklara akademik eğitim verdiğini iddia eden MEB’in bakanından kurum müdürlerine, öğretmenlerine kadar yanlış bir söylem devam edip duruyor. Bu söylem de uzak değil, 6, 7 yıldır artık yazışmalara kadar verilen akademik eğitiminden dem vuruldukça, sanki bunu ifade edenin şahsiyetinde de garip bir ego tatmini yaratırcasına bir hava estiriyor. Anaokulundan ilkokula kadar verilen #eğitim bir bireyin bu hayatta kendisi için gerekli olan; toplumda var olmasını, entegre olmasını sağlayacak ve kendi farkına vardırıp sağladığı özgüvenle, öncüleri eşliğinde kendisini bir üst noktaya gelecek bir seviyeyi yakalayabilmesidir. Ortaokul ve lise, tüm bilimlerin temelinin çocuklara atıldığı evredir. Ergenlik ve ilk #gençlik çağını kapsayan bu yıllar ve onun toy, serpilmek için can atan duyguları, gençlere verilen eğitim hududunda yolunu bulmaya çalışır. Doğru bir eğitim, o eğitimi verebilecek bilgi, azim ve sebat yüklü öğretmenlerle, çocuklar önemli bir geçiş noktasının eşiğinde, her bir dersten aldıkları bilgiyle, önlerine koydukları/koyulan hedefe ulaşmak isterler. Öğretmenler akademisyen değildir, öyle olsaydı herbiri elini kolunu sallaya sallaya üniversitede öğretim görevlisi olurdu, fakat bu kadar basit bir meseleyi anlayamayan öğretmenin, “ben akademik eğitim veriyorum” türünden kurduğu cümle, zannımca öğretmenliğini de zedelemektedir. Öğretmene bu hatayı yaptıran MEB’dir. Yani bu kokular oradan geliyor. Şimdi bütün okullarımızda okulun başarısı “akademik başarı” olarak görülüyor ve okulun müdürleri “bizim okulumuzda akademik eğitim veriliyor” diyor, şaka gibi… Akademi, yüksek okul demektir. Kimi ülkelerde “bilginler, yazarlar, sanatçılardan oluşan kurul ve bu kurulun görev yaptığı kurum” olarak da tanımlanır. Bizde usta çıraklık bu etapta başlar. Her ne kadar alanında üniversiteden mezun da olsa öğretim görevlisi olabilmesi için öğretim üyesi ve profesör mertebesine olmuş hocalarının yönlendirmesiyle akademik çalışmalarına ilk adımını atar.
Ortaokul ve liseye kadar atılan temel eğitimin üstüne ve sonrasında; yetişkin bir insanın meslek edinmek için gittiği kurum üniversitedir. Üniversite alınan eğitime göre; 4 ya da 5, 6 yıl sürer ki, bir insanın bir alanda yetişip o alanda uzmanlık mertebesine ulaşması ancak bu şekilde mümkün olabilmektedir. Fakat asla yeterli değildir. “Akademik çalışma” ancak böylesi bir eğitimin üstünde alanınınla ilgili bir konuda yapmış olduğun araştırma, deney, gözlem vb. tekniklerle ulaştığın sonucun bilime ve insanlığa sağlayabildiği faydanın ölçeği oranınca kabul ve takdir görmesidir.
Ülkemizde ortaokul ve lise için eğitim camiasının dilinden düşürmediği “akademik eğitim” sözü aynı zamanda çocuğu olduğu kadar veliyi de etkilemekte ve bu durum da toplumdaki liyaketsizliğin önünü açmaktadır. Çünkü, “akademik eğitim”verdigini iddia eden bir okul idaresi ve onun öğretmenleri” bu cümleyi aynı zamanda “akademik ders” diye sınıflandırıp bunu “resim, müzik ve beden eğitimi” gibi ana temel derslerin karşısında, ayrıştırıcı bir dil olarak kullanmakta ve alanlarında ne kadar başarılı olurlarsa olsunlar zekâdaki eksikliklerini ve akli yoksulluklarını ortaya koymaktadırlar. Tüm bilimlerin resim, müzik ve beden eğitiminden geldiğini bilmeyen bir bireyin hem tarih dersi zayıf, hem de kendi türü olan insanı merak edip insanlık tarihine ve türünün devamlılığına sağlayacağı hiç bir katkısı olamaz. Bu yaklaşım insana zarar vermekte, köreltmekte, kendinde var olan yeteneklerin keşfini engellemektedir. O nedenle tespitlerime göre bu düşünce yapısına ait her kim varsa egitimden men edilmelidir. Çünkü bu düşünceye kapılmış bir eğitimci, matematik, fen, sosyal bilgiler, türkçe, ingilizce, din (artık bu dersi de katıyoruz) derslerde bilgi ve aktarım olarak ne kadar yeterli olurlarsa olsunlar, sahip oldukları ve yarattıkları zihin bulanıklığı insanı tahrip edip bozmakta, geriye götürmektedir. Üniversitelerimizdeki bilim insanlarinın bu konuya el atması ivediyle şart olmuştur. Bilim ancak üniversitelerde akademik bir seviyeye ulaştiktan sonra yapılır ve bilim adamlarının en büyük ugraşlarından biri de temel eğitimin niteliği olmalıdır. Fakat gelin görünüz ki, ülkemizde kendilerine temelde iyi yetişmiş çocukların gelmediğinden yakınan üniversiteler ne en başta yönetici ve öğretmenlerin -yazimda bahsettiğim- bozuk zihin yapısı, yarattıkları kavram kargaşası ve onun yarattığı sonuçlarla uğraşmakta ne de yap boz tahtası haline gelen eğitim sistemini düzeltmek için bir araya gelip oluşturdukları kurulla bu meseleye, gidişata bir son vermektedirler. Bilim her şeyin üstündedir ve idari kadrolar bilim insanının onerisini kendi yetkilerinin üstünde tutmalıdır. Bilim adamı “Şimdi bu yapılan yanlışı söylersem işimden olurum.” korkusuna kapılmamalı, asıl yönetici “Şimdi ben bir yanlış yaparsam bilime karşı gelmiş olurum, halk beni cezalandırmadan önce bilim kurulu beni cezalandırır ve işimden men ederler.” diye düşünmelidir. Biz böyle bir sistem yaratamamışsak zaten bilimden soz etmek de mümkün olmayacaktır.
Tarihsel olarak baktığımizda “akademi” adı, Atina yakınlarındaki “Akademeia” adlı bir zeytinlikten gelmektedir. Bu zeytinlikte Eski Yunan düşünür Platon, matematik, doğa bilimleri ve yönetim biçimi gibi çeşitli konularda öğrencilerine ders veriyordu. Eflatun (Platon)’un MÖ 4. yüzyılda ders verdiği bu okul, tarihteki ilk akademi olarak kabul edilir.
Platon’un Akademi geleneğini, onun ölümünden sonra öğrencileri ve felsefesini benimseyenler sürdürdüler. Akademi’ye devam eden öğretmen ve öğrencilerin en çok ilgi gösterdikleri konular bilim, sanat, edebiyat ve müzikti. MS 529’da, Bizans İmparatoru I. Justinianus, Akademi’nin çalışmalarına son verdi.
Şimdibu yüzyılda böyle bir yazı kaleme aldığım için üzuldum doğrusu, nasıl bir yanlışın içinde çalkalayıp duruyoruz, farkında mısınız?
Silvan Güneş
Biyografi Yazarı