Efes Antik Kenti, Anadolu’nun kadim halkları tarafından kurulmuş bir Amazon kentidir. Efes adından da anlaşılacağı üzere, kentin feminen bir adı ve yapısı vardır. Efes adı ise Yunanca değildir. Bunu ben söylemiyorum, yabancı tarihçiler söylüyorlar. Anadolu’da tarihi kentler hakkında yaptığım üç yıllık Likya araştırmaları ve Likya Uygarlığı’na bağlı olarak kıyı kentleri ve kara kentlerindeki uygarlıklar hakkında günümüze kadar yapılan kazı çalışmalarında gerçekler bir bir ortaya çıkartıldıkça, üstünde yaşadığımız tarihi bilmeyerek onun başka milletlere mâl edilmeye çalışılmasına ses çıkartmayışımızdaki bilgisizliğimizi şimdilik bu yazının bir kenarına bırakıyorum…


1973 Selçuk Efes Festivali‘nin kutlandığını Efes kazılarında bulunmuş, emektar bir insan olan Sevgili Kenan Ekiz’in youtube paylaşımlarından öğreniyorum. O kadar değerli bir görüntü ki, teyzeler, nineler, dedeler, amcalar, çocuklar yani herkesimden akın akın insan seli, Efes Antik Kent’nin tiyatrosunu doldurmuş; onca sıcağa rağmen millet festivalde yer almak, zeybeklerini izlemek için kapıya kilidi vurmuş. Neredeyse tüm Selçuk ve civarı Efes Antik Kent’e taşınmış. 1973’deki festival hakkında bize bilgi aktarımı yapan o videoda çok şey var! Zamanın insanının tarihi kentlerine nasıl sahip çıktığını, heyecan verdiğini anlamamız bakımından izlemenizi/izletmenizi tavsiye ederim…


O gön kutlanan festivallerle bugünkü anlayış çok başka! O yüzden “festival nasıl olur” sorusuna bugünün vereceğimiz cevaplar, belki de bizlere böyle bir meselemuzin olduğunu hatırlatırken meseleyi enine boyuna müzakere ettirip masaya yatırtarak çözumlerini arattiracak!… O günün anlayışından ve sahip olduğu değer yargılarından çok uzak olan bugünün festivallerini karşılaştırdıkça neleri yitirdiğimizi çok daha iyi anliyoruz. Eskiden, yani bundan kırık yıl önce daha geleneksel ve seyircisine kadar her kesimi kucaklayan bir festival anlayışı varmış. Şimdi ise sponsorlar, organizatörler ve birtakım kuruluşların adıyla gerçekleştirilen fetivaller, sadece sahiplerine hizmet eden bir yapıya bürünmüş durumda. Hâl böyle olunca halka değil, kuruma/şahsa hizmet eden bu anlayış ister istemez halkı tarihi eserlerden uzaklaştırdıkça sanattan da koparmış. Bugünkü anlayışta halka festivallerde ne de tarihi kentlerde ve müzelerde yer yok. İzlemeye dahi gelemezler, çünkü bunların hiçbiri ücretsiz değil. Bilet paraları ise 3-4 kişilik bir ailenin bütçesini sarsacak cinsten… Düşünsenize Selçuk’ta yaşıyorsunuz ve girişte para ödemeden Efes’e giremiyorsunuz, hatta aracınızı park ettiğinizde de park parası önemek zorunmdasınız. Milleti parayla terbiye etmeye kalkışan bu yıldırıcı politika, aslında ruhlarımızı köreltip yaşadığımız topraklardaki medeniyetlere ve onların miraslarına o yörenin insanından başlayarak halkı yabancılaştırmakla kalmıyor, tüm beşeri değerleriyle gelişimini sağlayacak hak edişlerini de elinden alıyor.


1982 yılındaydı sanıryorum o festivallerin devamında Kuşadası Kaya Aldoğan Lisesi’nde beden eğitimi öğretmenimiz İbrahim Kafadar’ın kurmuş olduğu gösteri gurubunun artık dağılmaya başladığı zamanlara denk gelen son iki gösterisinden yer almış ve Efes Antik Kenti’nin o eşsiz tiyatro sahnesinde Türk Halk Oyunlarımızın yöresel seçkilerinin yer aldığı, potbori biçiminde koreografide dansçı olarak yer almıştım. Bu gösteri benim için o kadar önemliydi ki, Efes Antik Kenti’nin tiyatrosunda henüz lise öğrencisiyken dans etmek, inanılmaz bir duyguydu. Efes’te o yıllarda geleneksel olarak sürdürülen bu festivallerde civar beldelerden herkes gösterisini sunmak için başvurusunu yapar, halk festivalde yer alırdı. Yanılmıyorsam bu festivalleri düzenleyen Selçuk Belediyesi’ydi ya da Kültür Bakanlığı ile birlikte ortak düzenliyorlardı… (Bu konuyu araştıracağım.)


Selçuk Belediyesi kırk yıl önce düzenlenen Efes Festivali’ni bugün nasıl düzenliyor bilemiyorum, fakat öğrendiğime göre belediye, 2017 yılından beri güreşlerle eşzamanlı olarak Selçuk Efes Devecilik Kültürü ve Deve Güreşleri Sempozyumu” düzenlenmekteymiş. Yurtiçi ve yurtdışından çeşitli üniversiteler ve akademisyenlerin katılımıyla devecilik kültürü üzerine bildiriler sunulup sempozyum düzenlenmekteymiş. Bunu da bilgi olarak vermiş olayım…


(Fotoğraf: Kenan Ekiz)
Yanılmıyorsam Efes 1970’li yıllarında yapılan kazı çalışmalarında oldukça büyük ilerleme kaydediyor ve amfitiyatrosunun sahnesi halkın rahatlıkla gösterileri izleyebileceği restorasyondan geçiriliyor. Antik kentlerimizi ulusal ve uluslararası arenada kültür ve sanat alanında kullanmaya başladığımız yıllar olarak 1980’li yıllara kadar pek bir şey yapılmadığını tarihe not düşebilsek de, yapılanları incelediğimizde de ne kadar yetersiz olduğumuzu, ortadaki yetersizliğin beşeri olarak ilerleyiş cetvelinde denk geldiği yeri görmek bizleri mutlu etmiyor… Avrupa’da İtalya, Almanya, Fransa, Avusturya, Yunanistan gibi antik dönemin günümüze kadar gelebilmiş antik tiyatroları yerli ve yabancı sanatçılarına buralarda festivaller yaptırarak ülkelerini yukarılara taşıyabilirken, bizde ne yazık ki tüm dünyadan çok daha fazla antik tiyatro olmasına rağmen bunların hiçbirini sanata ve sanaçılarımıza layığıyla kullandırmıyoruz. Bu konuya dikkat çekmeye çalışsa da söylediğiyle kalan dünyaca ünlü divamız Leyla Gencer; “Sadece Salzburg Festivali, Avusturya’nın dış açığını kapatıyor!” diye meseleye önemli bir atış yapmışken, biz Leyla Gencer gibi sanatçımızı hangi antik kentimize davet etmiş de kendisinden bir operayı hakkıyla dinleyebilmişiz? Biz yetişmiş, kendi imkânlarıyla merdivenlerin en zirvesine çıkmış sanatçımızi dahi onore edememiş, onunla reklamımızı dahi yapmamış, hayattayken kendisine değer vermemişiz!


Efes’te 2018 Yılında 1.’si Düzenlenen Uluslararası Efes Opera ve Bale Festivali Nihayet Hayata Geçirildi
Birinci Uluslararası Efes Opera ve Bale Festivali, 2018 yılında Selçuk Belediyesi’nin işbirliğiyle; İzmir Ticaret Odası, Türkerler Holding, mavbahçe AVM ve Swissotel Büyük Efes’in katkılarıyla başlatılmış oldu. 7 Eylül 2018’de “Zorba Balesi” ile başlayan festival, İzmir Devlet Opera ve Balesi Orkestrası’nın eşliğinde sunulan Gala Konser ile başlamış oldu. 14 Eylül 2018 Cuma günü saat 21.00’da Türk ve konuk yabancı solistlerin katılımıyla, Puccini’nin ölümsüz eseri Tosca operası sahnelendi. Festival 2018 yılından bugüne farklı tarihlerde gerçekleştirildiği için festivalin belirginleşmiş bir tarih aralığı yok. Temmuz, Ağustos’ta da olabiliyor. Ağustos, Eylül’de de. Bu yıl 28 Haziran’da Notre Dame’nin Kamburu” adlı bale gösterimi ile başladı mesela, o yüzden gelecek seneler için hangi ay ve tarihler arasında olacağını kestirmek doğru olmaz… Peki bu tarih belirsizliği festivalin uluslararası boyutta, ülkemize gelebilecek seyircinin tatil ve festival planı yapmasında olumsuz bir sonuç doğurabilir mi? Kanımca doğurabilir. Bana göre uluslararası bazda bir festival düzenliyorsanız tarihlere sadık kalacaksınız, net olacaksınız ve asla taviz vermeyeceksiniz. Çünkü bir defa insanların ayağını alıştırmak ve yıllık planlarını aylar öncesinden -iş hayatlarını da düşünerek” belirlemek ülkemizdeki sanatsal faaliyetler ve sanatçılarımızın da yararına atılmış bir adım olacaktır. Hatta bu festivalleri öyle eğlenceli, dikkat çekici ve farklı bir hale getireceksiniz ki bunu yaparken evrensel bir sinerji yaratacaksiniz! Festivalde birkaç haftayı ya da ayı Efes’in tarihine, efsanelerine uygun hikâyeler yaratmak, doğaçlama dans edecek ve de opera eserleri ortaya konulabilecek programlar/atölyeler planlayıp, bunları, davet edilen ya da dans etmek için önceden başvuran sanatçılarla Efes’te, Efes’in de sanatın da ülkemizin de atmosferini değiştirecek biçimde düsünmek, sanata da sanatçıya da tarihi kentlere ve civarındaki halka, usletmeye, esnafa da ülkemize de (…) çok iyi gelmez mi? Meselâ “Artemis’e kurban adakları olsun” temanın biri… Kimi müziğini yazsın, kimi hikâyesini yazıp dansını ortaya koysun, ne bileyim bunları festivalin içinde değişik bir dans yarışması, jüri üyeli, tiyatral, müzikal, dans ve operanın yer aldığı alanlarda farklı dallarda da düşünülebilir.
Ülkemizde antik kentler eskiden olduğu gibi arkeoloji müzelerine bırakılmalıdır. Gelirleri müze ile birlikte devlet opera ve balesine harcanmalı, ülkemizin her antik kentinde mutlaka festivaller düzenlenmeli ve her festival bulunduğu bölgeyi beslemelidir.






Konuyu biraz da size dokundurarak bitireyim, çünkü eğer dokundurmazsam içim yanar, dokundurayım ki içi yanması gereken, üstüne alması gerekenlerin de içi biraz yansın… Efes’in 3 bin yıllık kuruluş efsanesi Efes ören yerinde, Hadrianus Tapınağı girişindeki frizde şu cümlelerle yer almaktaymış: Atina kralı Kodros’un cesur oğlu Androklos, Ege’nin karşı yakasını keşfetmek ister. Önce, Delfi kentindeki Apollon Tapınağı’nın kahinlerine danışır. Kahinler ona, balık ve domuzun işaret ettiği yerde bir kent kuracağını söyler. Androklos bu sözlerin anlamını düşünürken Ege’nin lacivert sularına yelken açar… Kaystros (Küçük Menderes) Nehri’nin ağzındaki körfeze geldiklerinde karaya çıkmaya karar verirler. Ateş yakarak tuttukları balıkları pişirirlerken çalıların arasından çıkan bir yaban domuzu, balığı kaparak kaçar. İşte kehanet gerçekleşmiştir. Burada bir kent kurmaya karar verirler… Balık tutacak deniz var, balığı pişirecek odun da var, hatta pişirdiğimiz balığı kapıp kaçıracak domuzumuz da. Domuzun kaçacaği dağımız var! Sesimiz, sözümüz, anlatacak nice masallarımız, hikâyelerimiz, tarihimiz var, dizimizin dibine oturan kim varsa ondan nasiplenmeden kalkmasın! E öyleyse ne duruyorsunuz? Kehanet gerçekleşmiş, kenti de kurmuş elimize vermişler, daha ne yapsaydı bu Efesliler?






Bu arada Festivale emek veren başta İzmir Devlet Opera ve Balesi’ne ve tüm sanatçılarına, eserlerin sahnelenmesinde en küçük bir katkısı olan herkese çok teşekkür ederim. Bu festivallerimiz yaşatılmalıdır. Köşe yazarlarımız festivalleri yazmalı, sanatçıları ve eserlerin sahnelenmesi üzerine fikirlerini mutlaka dile getirmelidir. Sanatçılarımızın performansları mutlaka anlatılmalı, özellikle çocuklara opera ve bale sanatlarının sevdirilmesi, bu konuda düşüncelerinin gelişmesi için eğitim camiası da bu festivalleri takip ederek, çocuklarıyla festivaller üzerinde konuşabilecekleri zamanları müfredatları içerisinde planlamalıdır. Festivalle ilgili resim yarışmaları ve en iyi haber yapabilmek gibi farklı konularda çocukların eserler yaratmalarına fırsat verilmelidir. Hatta bu festivaller çocukları da kapsamalı, belli günlerde çocuk opera ve balesi düzenlenerek ülkemizdeki antik tiyatroların amfi tiyatrolarında çocukların gösteriler yapabilecekleri alanlar haline getirilmelidir. Çok şey mi istiyorum? Hayır, bu konudaki düşüncelerime henüz yeni başladım.
Not: O eşsiz emeğin fotoğraflarını iki paylaşımımda kullandığım İzmir Opera ve Bale sanatçılarından ve fotoğrafı çeken sanatçıdan izin almadığım için özür dilerim.
Silvan GÜNEŞ
Biyografi Yazarı