Ne yaptığını bilen, doğru bir insandan çıkın bir fikrin sonu nerelere varabilir, hiç düşündünüz mü? Ve böyle bir sonucun neleri tetikleyebileceğini tahmin edebilir misiniz? Sizce bir fikir sadece bir düşünceden ibaret midir ya da insanları peşine takıp dingin hayatımıza renk katarak, bizlere hayal kurdurmayı dahi öğretebilir mi? Peki, sonra artık var olan o hayalleri nasıl süsleyeceğinin umuduyla yeni ufuklar kazandırabilir seni yarınlar için heyecanlandırabilir mi?
Lafı nereye mi getirmek istiyorum? Elbette; portakal çiçeğine yani Adana’ya yani Ali Haydar Bozkurt’a yani karnavala… Peki, Ali Haydar Bozkur kim midir? Gelin hep birlikte önce bu başarılı iş adamımızı tanıyalım.

1967 yılında Adana’da doğan Ali Haydar Bozkurt, eğitimini de sürdürdüğü Adana’da; çocukluk, gençlik ve ilk gençlik yılları boyunca pek çok faaliyet içinde bulunmuş ve kendini her alanda yetiştirmiş. Onu kâh profesyonel bir tiyatro çalışması içinde oyuncu olarak görüyorsunuz kâh basketbol takımı içinde bir sporcu; ya da müzik çalışmaları ve fotoğrafçılıkla birlikte daha pek çok aktiviteyi dolu dolu yaşayarak, hayatın ne demek olduğunu öğrendiği memleketi Adana’da, 29 yıllık yaşanmışlığın takdir edilesi bir kümülatifle çıkıyor karşınıza… Ve aslında, altının çizilmesi gereken asıl konu da, bugün Ali Haydar Bozkurt’u Ali Haydar Bozkurt yapan o kümülatif özet. Çünkü bu kadar çok sosyal faaliyetin içinde olan ve hobilerini yaşayarak kendini geliştirebilen bir insanın başarısız olmasını bekleyebilir miyiz? İşte her ebeveynin dikkatle üstünde durması gereken bu süreç, ancak doğru bir eğitim verildiği takdirde sağlam temeller üstüne bina edilebiliyor. Ve zaten o yüzden; kimisi taş üstüne taş koyup bir duvar dahi öremez, kimisi ancak bir temele başını koyacağı bir ev kadarını anca yapabilirken, kimisi de arşa gökdelenlerini dikiyor!.. Ve fakat, imkânlar hangi hudutta olursa olsun, biraz da kendi kendinin mimarı olabilmeli insan, yoksa, aynı malzemeyle yapılan her işte, hepimizin vardığı sonuç aynı mı oluyor?
Amacım sizi sıkmak değil, sevgili okurlarım, sadece bir biyografi yazarı olarak Ali Haydar Bozkur’un 29 yaşına kadar yaptığı işlerin kendisini; bilgi, görgü, anlayış, ifade ediş, duygusal, psikolojik, sosyolojik vb. boyutlarıyla nasıl zenginleştirdiğine, ve bu zenginliğin onu hangi basamaklara yükseldiğine dikkat çekmek istiyorum. Sosyal faaliyetler içinde serpilen bir bireyin daha sonra kendisini nerelere taşıyabileceğinin güzel bir örneğini yakaladım, o yüzden çocuklarını sınav manyağı haline getiren sistemi ve bu sistemle uyum içinde olan anne babaları böylesi bir gerçekle tanıştırıp, çocuklarına daha fazla baskı yapmamalarını ve bu yüzden, başarılı hayatları örnek almalarını istiyorum.
Çukurova Üniversitesi İngilizce İşletme Bölümü’nden mezun olduktan sonra geleceğini İstanbul’da arayan Sayın Bozkurt, burada tanıştığı çalışma hayatını öyle bir profesyonel noktaya taşıyor ki; hepimizin karşısına Toyota Türkiye CEO’su ve Yönetim Kurulu Başkanlığının yanı sıra ALJ Holding CEO ve Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı da yapan önemli bir şahsiyet olarak çıkıyor. Her ne kadar iş hayatı nedeniyle 17 yıl İstanbul’da yaşamak zorunda kalsa da memleketi Adana’ya sadece bir yıl gidemiyor ve çocukluğundan beri nisan ayında çiçek açan portakal çiçeklerinin kokusuyla oynadığı, yürüdüğü, geçtiği, dolaştığı -onu büyüten- yollar, sokaklar, caddeler; gözünde, ruhunda, burnunda tütüyor da tütüyor… Memleket hasretine dayanamadığını bilen öğretmeni ve arkadaşları, ona bir kavanoza koydukları portakal çiçeklerini postalıyorlar. Portakal çiçeklerinin bozulmaması için kavanozu buzdolabında muhafaza eden Ali Haydar Bozkurt, her fırsatta kavanozu açıp açıp memleketini soluyor. İşte beni en çok etkileyen hadise budur. Bir insanın memleketini bir kavanoz içinde burcu burcu kokan portakal çiçekleri sayesinde koklaması; bu aşkın/tutkunun boyutlarını, hepimizin anlamamıza yetiyor…


Adanalılar için Nisan ayı, “portakal çiçeği mevsimi”, demek, o yüzden tüm dünya dört mevsimde yaşarken, Adanalılar beşinci mevsimde… Nasıl olmasın ki; yıllardır tüm bağ ve bahçelerde yetişen turunçgillerin nisan ayında baharla açması, ona sahip olanlara bahar içinde başka baharlar yaşatması neyle ölçülebilir ki? İşte zaman beşinci mevsimi gösterdiğinde, Çukurova coşuyor ve onun bereketi aşıyor insanların üstünden. Ulaştığı her yerde kalplere bir sevinç, bir mutluluk aşılıyor, her nefes gönül alıp, gönül verdikçe fethettiği yürekler başka çarpıyor… Tüm bu güzel duyguların harmanında yetişen Adanalılar, memleketleriyle ve onun yetiştirdiği insanıyla da gurur duyuyorlar; o nedenle memleketlisine de yeniden kök salarcasına sarılıyor, aynı portakal çiçeği kokusuna olan tutkusu gibi; hasretle, özlemle, aşkla, tutkuyla ve zaten o tutku olmazsa aşk da olmuyor…





Ali Haydar Bozkurt işi gereği Japonya’da “Sakura” kutlaması ile tanışır. Dünyanın sayılı doğal ve kültürel kutlaması olan Sakura, kiraz çiçeklerinin Mart ayından başlayıp, dökülmenin devam ettiği Mayıs ayına kadar sürer. İnanışa göre; genç bir samurayın ruhunu, güzel bir kadının ihtişamını taşıyan kiraz çiçekleri güneyden kuzeye yol alır. Samuraylar henüz çok gençken ölümü tattıkları için kiraz çiçekleri de en güzel oldukları vakitte çiçeklerini dökmüşlerdir. Ve hayat işte böyle geçici işte böyle güzeldir… Japonlar için “çiçek seyri” anlamına gelen “Hana-mi” bu yüzden, kültürlerinde ayrı bir önem taşımaktadır. Çiçeklenen ağaçlar güzelliklerini kısa süre taşıdığından, Japonlar en fazla iki hafta bu manzarayı dolu dolu yaşayacaklarını bilirler. Çiçeklenme zamanının gelmesi için halk adeta nefesini tutmuş bekler, o gün geldiğinde ise sevdikleriyle birlikte kiraz ağaçlarının altında yürürler, neşe içinde güzel saatler geçirirler. O zaman bütün şiirler, şarkılar bir Sakura hüznünü, hasretini ve yaşamın değerini dile getirir… Bu çiçek açışlar dünyada öyle bir fenomen haline gelmiştir ki her yıl meteoroloji tarafından ilan edilen kiraz çiçeklerinin açış tarihlerini beklemek artık okyanusları aşmış, insanlığa mal olmuş bir tutkuya dönüşmüştür…



Sakura kutlamalarını daha önce de duyan, fakat bir Japonya seyahatinde bu coşkuyu birebir yaşayan Ali Haydar Bozkurt, aslında burada bir dejavu yaşamaktadır. Burada tattıkları kendisine hiç yabancı değildir ve içinde bulunduğu atmosfere bıraktığı bedeni oradayken, aklı ve ruhu memleketi Adana ve Nisan’da açan portakal çiçeklerindedir. Belki de biraz kıskanmış belki biraz hüzünlenmiş belki biraz kahretmiş dahi olabilir içinden; benim memleketimin portakal çiçeği kokusunu neden sadece ben biliyorum, duyuyorum, hissediyorum ve fakat bunu hiç bilmeyenlere gösteremiyoruz, tanıtamıyoruz ve bugün bir Japonya bir geleneğini kültürel boyutlara taşıyabiliyorken, neden içimizde var olan milyonlarca yetenek, doğru bir ifade ediş kanalı bulup, kendini dünyaya sergileyemiyor diye…
(kimbilir..!)


Türkiye’ye döner dönmez kolları sıvıyor Ali Haydar Bozkurt. Önce eş dost ve arkadaşlarını, yerel yönetimleri, sivil toplum örgütlerini, sanatçı dostlarını, yazarları, çizerleri örgütlüyor. İnsanları buna o kadar inandırıyor ki, çok geçmeden zaten bu fikrin yolu da belirlendikçe, arkası çorap söküğü gibi gelmeye başlıyor. Henüz ilki Adana’da 4 Nisan 2014’de kutlanması planlanan ve adına da “Portakal Çiçeği” denilen karnavala gerek karnavalın içinde yer almak isteyen Adanalılardan gerekse başka illerden talepler yağıyor. Aylar öncesinde başlayan hazırlıklar bir taraftan karnaval içinde yer alacak olan grupların hangi kostüm, müzik ve koreografiyle yapılacağı heyecanını taşırken, bir taraftan da sosyal medyada “Nisan’da Adana’da” sloganlarıyla; yaşlısından gencine, sanatçısına yurt geneline yapılan haberler, çağrılar, video slaytlar, hepimizin mutlaka Nisan’da Adana’da olmamız gerektiğini belleğimize işliyordu.



Özellikle de memleketlerinden uzak kalıp, Nisan aylarında açan portakal çiçeklerinin özlemiyle yanıp tutuşan Adanalılar, bir zamanlar ciğerlerine doldurdukları o kesif kokunun tüm ruhları güzel duygularla nasıl da beslediğini hatırladıkça heyecanlanıyor ve Ali Haydar Bozkurt’a başka bir minnetle teşekkür ediyordu. Çünkü Adana’da yaşayanlarla, ekmeğini başka diyarlarda arayanlar bunun anlamını herkesten çok daha iyi biliyordu. Bu sadece bir portakal çiçeğinin nasıl koktuğunun ve o kokunun insan üstünde bıraktığı güzel duyguların değil, aynı zamanda Adana’daki başka değerlerin de tanınıp ön plana çıkması, memlekette iç ve dış turizmin hareketlenmesi, yerel istihdamın bölgesel istihdama yayılmasının sonucunda bu şansı değerlendirmek isteyen her bireyin farklı bir katkısıyla ulaşabileceği -tahmin edilen ve edilemeyen- maddi manevi kazançlar, iş bağlantıları, yeni yatırımlar, yeni oluşumlar, tıpkı bir kar tanesinin devinimiyle kazandığı ve aldığı yolla büyüyerek çığa dönüşmesi gibi herkesi, sanatın ve sanatsal çalışmaların kazandırdığı ivmeyle kucaklayacaktı. Ali Haydar Bozkurt elbette bunların hepsini planlamıştı ve yarattığı sinerjinin enerjiye dönüşmesinin yanı sıra, bu karnavalın ulaşacağı ulusal ve uluslararası başarının hiç bir şekilde zarar görmesi için de gerekli önlemleri almış, hiç bir siyasi vb yapının bu karnavalda kimlik göstermemesi şartını üstüne basa basa vurgulamıştı. Hatta bir adım daha ileri gitmiş, Portakal Çiçeği karnavalını “siyasetsiz gün” ilan ederek, böyle bir günde küslerin barışmasını, aşksız, sevgisiz olanların kendilerine bulacağı bir sevgiliyle aşkı yakalamasını temenni etmiş, çünkü “ciğerlerine portakal çiçeği kokusu çekenlerin ruhunun temizlendiğine” inandığını herkese ilan etmişti.
NİSAN DA ADANA’DA





Tüm bu gelişmeleri uzaktan izleyen ve sosyal medyada sloganlarıyla, hepimizi Nisan’da Adana’ya çağırarak dikkatimi çekmeyi başaran bu organizasyonun ilkini kaçırdığım için üzgünüm. İkincisini kaçırdığım için daha çok üzgün ama sanıyorum benim uğurlu sayım 3 olduğundan, söz veriyorum, Nisan 2015’de Adana’da olacağım. Sayın Ali Haydar Bozkurt’u daha önce Toyoya’nın CEO’su olarak sosyal medyada tanıdım. Daha sonra kendisinin başlattığı bu Nisan’da Adana’da sloganı ve TV kanalında bazı programlarda yer aldığı heyecanlı konuşmalarıyla dikkatimi çekti. Bir biyografi yazarı olarak memleketimizde Ali Haydar Bozkurt gibi insanlara ne kadar çok ihtiyaç olduğunu bir kere daha söyledi bana kalbim. Her ne kadar başka illerimizde de yöresel değerlerle ilgili bir takım kutlama/etkinlik yapılıyor olsa da memleketimizde daha çok deniz kenarında ya da yakın yerlerde yapılan bu etkinliklere rağbetin, reklamın, ulaşım kanallarının ve fırsatın; yarattığı alternatifleri, albenisi daha farklı oluyor. Oysa Adana Akdeniz Bölgesinin güneyinde yer aldığı için, Akdeniz deyince akla daha çok; Antalya, Alanya, Mersin gibi il ve beldeler gelse de çoğumuzun yolunu zor düşüreceği bir coğrafya gibi algılıyoruz. İşte, Ali Haydar Bozkurt; hem yaşadığı ilin bir değeri üzerinden pek çok alanda kapı açma konusundaki maharetini hem buraya gitmek aklının ucundan dahi geçmeyen insanları hem de sürekli son zamanlarda bölgeden gelen olumsuz haberlerle hafızamızı delik deşik eden olayların üstüne bir sünger çekmenin yolunu göstermiş, bu karnavalla bir taraftan yüzlerimizi güldürerek diğer taraftan hepimize güzel bir ders de vermiştir…





İkinci kutlamada da görünen odur ki bir sonraki karnaval gününün hasreti daha bittiği gün çekilmeye başlamıştır ve karnavala yabancı ülkelerin katılmasıyla ikincisinde uluslararası bir karnaval olarak ilk adımı atan Adana, belli ki çok kısa zamanda yakaladığı bu başarıyı her seferinde diğer illerimizin gıptayla izlemesine neden olacaktır. İşte bu noktada Ali Haydar Bozkurt için söylenebilecek sözlerim kifayetsiz kalırken, her ile bir Ali Haydar Bozkurt’un lazım olduğunu söylemek isterim. Fakat şunu da sakın unutmayınız ki, Ali Haydar Bozkurt’u Ali Haydar Bozkurt yapan sadece bugün başarıyla sürdürdüğü pozisyonu değildir. Bizleri başarılı kılan her şeyde temel gerekir. Temeli olmayan bir zemine nasıl ki gökdelen dikemezsiniz, öyleyse iyi planlanmamış, sadece örnek alınarak yapılmaya çalışılmış her şey de fayda değil zarar getirir. Dileğim şudur ki elbette başka illerimiz de kendilerini ifade edecek doğru ürünlerle gerçeklerini yaşasınlar ama ne olur taklidin taklidi olmasınlar. Çünkü taklit iyi ürünü de öldürür…






“2016’da Nisan’da Adana’da derken hiç görmediğim Adana için bana da defalarca bu sloganı attırıp duyar duymaz hiç görmediğim Adana’ya özlem duyuran hatta bir hafta sonu tatilimde beni klavye başına geçirip bu metinleri yazdıran Sayın Ali Haydar Bozkurt’a ve sevgili Adanalılara saygılarımı sunuyorum. Havada portakal çiçeği kokusu, kalbinizde sevgi eksilmesin… Ve bir şehrin sanatta, istihdamda, ekonomide kalkınması için bahanem sen ol portakal çiçeği…



Bu yazıyı “Sağlıcakla kalınız.” diye bitirmişim 11 Nisan 2015’de fakat bir gerçeğin de hakkını teslim etmedne bunu yaptığımı fark ettim. Zamanında Adana Mersin ve dolaylarında portakal ağacının dikilip portakal bahçelerinin kurulup köylü ve çiftçinin kalkınmasını sağlayan Büyük Atatürk’ümüzün tüm bugünlere gelmemisin ana mimarlarından biri olduğuna. İşte aşağıdaki fotoğraflar her şeyi anlatıyor sanırım. Büyük Önderimiz Gazi Atatürk, enkazdan çıkmış bir milleti gelecekte en iyi günleri yaşamlarını sağlamak ve rafaha en kısa zamanda kavuşmaları için Anadolu’nun her iline coğrafyasına ve toprağına uygun hangi meyve, sebze, hububat vb gerekiyorsa onunla ilgili ekim dikim yapılmasını sağladı. 1930 yılında İtalya’dan getirttiği portakal fidelerini, Mersin, Adana, Antalya ve Ege’nin bazı bölgelerine diktiriyor. İşte o fideler büyüyor ve meyce vermeye başlıyorlar. Atatürk 10 Kasım 1937’de yani yedi yıl sonra bu dikilen portakalların durumunu ve üretimin niteliğini anlamak için yurt gezilerine çıktığı Mersin’e geliyor. Artık portakallarımız büyümüştür ve bu portakalları Rusya’ya ihraç edip karşılığında da onlardan ülkenin her türlü aklkınmasına yarayacak, üsetim ve istihdamı sağlayacak fabrikaları kurmak için Rusya’dan makineler alıyor. İskenderun Demir Çelik Fabrikası, Nazilli Basma Fabrikası, kayseri Sümerbank Tekstil Fabrikası, Şişecam Fabrikası, Aliağa Rafinerisi Ruslar tarafından yapılıyor ve işte portakalların karşılığında o fabrikaların sahibi oluyoruz. Büyüksün ve iyi ki bizim Ata’mız olmuşsun yüce Atatürk, senin evlatların bugün aynı yatırımlarının devamıyla daha başka işler yapıyorar ve inan övünülecek işler yapanımız da çok içimizde. Belki hayatta olsaydın, sen de bizleri kutlardın ve bizler o şerefe nail olurduk. O portakal ağaçlarını diken, üreten tüm kadın, kız ve çiftçilerimize buradan saygılarımı sunuyorum.









Silvan GÜNEŞ
Biyografi Yazarı
Not: Bu yazı 11 Nisan 2015’de facebook sayfasında yayımlanmıştır.