Müzik bir bilim dalıdır.
Sadece insanı değil, tüm canlıları içine alan bir bilim dalıdır.
Yüzyıllar boyunca insanoğlunun duygu ve düşüncelerini —arzu edilen atmosferi yarattığı müddetçe— değiştirmede, biçimlemede, yeniden yapılandırıp yaratmada önemli bir enstrüman olmuştur.
O yüzden müzik bir doğumdur…
Müziğe eşlik eden ritim ve tempo ise o ruhu tıpkı bir iğne iplik gibi gönüllere nakşettikçe, akıllar kolay ikna olmuş, yolunu ona göre çizmiş yahut bulmuştur.
Sanatla Anlatılan Tarih
Savaşlarla anlatılan tarih bizlere sadece kişileri, nedenleri, niçinleri ve sonuçlarıyla verirken; sanatla anlatılan tarih bizleri tamamen insanı anlamaya, onun sahip olduğu derini, değeri görmeye yöneltir.
O nedenle bir gruba, millete, topluma ait dinlediğiniz müzikler sadece bir müzikten ibaret değildir.
Orada asırlarla ölçülebilen bir devinim, koskoca bir insanlık tarihi vardır.
Müziğin Birey Üzerindeki Etkisi
Bir insanı anlamak müzikle başlar.
Müzik bir insanın iç aynasıdır.
İçsel olarak sahip olduğun tüm teşkilat, sana anne karnına ilk düştüğün zerrecikken verilmiştir.
Bir insanın hayatını sadece anne-babasının kim olduğu, yaşadığı coğrafya, çevre, okul, okul idaresinin tutumu, öğretmen, arkadaşları, kendisini yöneten lider, okuduğu kitaplar biçimlendirmez.
Bunun içinde seni en çok ikna eden, en kolay, çabuk, hızlı aklına, gönlüne giren müziktir.
Bir filmi, haberi, bir slayt gösterisini, bir liderin meydanlarda konuşmasını müziksiz dinlediğinle, müzik eşliğinde dinlediklerin arasında kilometreler vardır.
Müzik her zaman ateşi fişekleyip kalbe giren, seni arzu edilen kıvama getiren sihirli bir iksirdir.
O iksiri kimin ellerinden, ne niyetle içtiğini ya da içirildiğini bilmeyecek kadar körsen; seni nereye çektiklerini hiç bilemezsin.
Ne yazık ki o içine atılmış girdaplarda sürekli boğulan bir arabesk yaşamın içinde kaybolur gidersin.
Gerçek Sanatçılar ve Farkındalık
O nedenle gerçek sanatçılar, senin adını bilmediğin, konserine gitmediğin, müziğini dinlediğinde “nasıl dinliyorlar bunu” dediğin, aslında seni gerçek anlamda düşündürecek, aklını başına getirtecek kimselerdir.
Günümüzde çocuklara tarih dersinden önce müzik dersi verilmelidir.
Müzik Ruhun Doğum Sancısıdır

Müzik hayatımız boyunca bizleri biçimlendirir.
Duygularımızın her birini bir enstrüman varsayarsak, o bunun şefi olarak aslında bizleri içten içe yönlendirir.
O nedenle müziği bir eğlence aracı görmekten çok, onu bilimsel olarak ele almak gerekir.
Eğitim ve Bilinç Meselesi
Müziğe bilimsel olarak yaklaştığımızda ve dinlediğimiz ya da rastladığımız, “eser” diye tanımladığımız her şeyin “bir melodisi var” diye “müzik” olarak değerlendirilmemesi gerektiğini de anlarız.
Bu bağlamda müziği masaya yatırdığımızda, neyin müzik neyin müzik olmadığı konusunda karşımıza üstünde tartışılması gereken başka bir konu çıkar.
Herkesçe çok kolay ulaşılabilen ve tüketilen müzik bu bağlamda bilimsel verileriyle ortaya konulmadığından, müziğe bir şekilde yönelmiş alaylı ya da bunun eğitimini almışların arasındaki uçurum bizleri “akademik” olarak varmamız gereken konulardan uzaklaştırır.
Müziğin kişilerin seçimlerine bağlı olarak “zevk meselesi” yaklaşımıyla yapılan, meseleye nokta koymaya yönelik bu savunmalar; henüz temelde bu işin önemini kavrayamamış önemli bir topluluğa meseleyi anlatamadan, bu önemli mevzuların kapanmasına neden olur.
Oysa ki müzik tamamen bir eğitim işidir.
Küçük yaşlarda bir çocuğa dinletilen, öğretilen her şarkı, türkü vb. onun hayatının kilometre taşlarını oluşturmada önemli bir duraktır, onun haritasıdır.
Ergenlik ve gençlik çağları bunu takip eder.
Üniversite yaşlarında ise artık duygularının hasadını almaya başlar.
Kendi Deneyimim
Ben kendimden biliyorum; ortaokul ve lise yıllarında bilmeden arkadaşlarımızla dinlediğimiz ve müptelası olduğumuz Sezen Aksu şarkıları bizleri karamsar, melankolik, sanki hep birilerini bekleyen, arayan, yanındakilerle yetinmesini bilmeyen, sanki deli gibi birine aşıkmış da —olmayan birine hem de— onun bu şarkılarla verdiği yanlış duygulara kapılıp mutsuz olmamıza neden olmuştur…
Sonuç: Uyanış ve Farkındalık
Artık ergenlik boyunca şarkı sözlerini de müziğiyle kendimize nasıl içselleştirmişsek!
Halbuki o melankolik duygular ve sözler bize ait değildir.
O seslenişler, yakarışlar, beklemeler, isyanlar, ayrılıklar, kabuslar bizi anlatmıyordu; onlar Sezen Aksu’nun duygularıydı.
Peki öyleyse bizler neden buna ortak olup, hatta maruz kalıp karmakarışık insanlar olurken —bu bir dönem de olsa— mutsuz, anlaşılmaz, garip oluyoruz ki?
Bize ne oluyor?
Bunların hepsini yaşayan sanatçının kendisiyken ve çok sonraları “oh ne güzel sev ayrıl, sev ayrıl, üstünde kalan tortuları topluma tohum gibi ek; sonra sen bunun üstünden bir de para kazan” derken, biz de onun en yılmaz enkazları —afedersiniz— hayranları olarak ocağını bilmem dünyayı bilmem kaç tur döndürecek olan akçeyi avucuna sayalım.
Kimse kusura bakmasın.
Artık duygularımı kendi tezgâhına gerip, canının istediği gibi kendi ellerinde beni dokuyup üstüme istediği motifi atmasına izin vermiyorum.
Bir de o halının her bir ilmeğini ipine geçirdikten sonra, hani ağır bir demirle ilmekleri birbirine iyice sıkıştıran demir tarak var ya, hah işte o görevi gören kimselere de ihtiyacım yok.
Eğer seçimlerimizden ve artık bu her şeyin farkına varıp kopuştan dolayı eleştirenler varsa, bence onlar da o demiri kendilerine indirsinler.
Toplumun uyanması ve farkındalıklarımızı artırmak için sanırım bu konuda daha çok yazmam gerekecek.
Silvan Güneş
Biyografi Yazarı
6 Mart 2021