Amasya Bir Müze Kent ve Fakat Kalacak Yer Yok!

@amasyayamektupvar!

Sevgili Amasyalılar,

“Amasya’ya mektup var!” başlıklı ilk yazımı okumuşsanız, onun devamıyla yazımı sürdürmek istiyorum. İlk yazımda bu kadim şehre ilk gelişimi yazmıştım ve bu yazı tam da Amasya’nın meşhur meydanında “Milli Mücadele Anıtı” önünde son bulmuştu. Şehrin en çok dikkat çekici, her gelenin mutlaka yolunun düştüğü bir meydandı burası. Oradan öyle yürürken gözlerimi bir türlü alamadığım Kral Kaya Mezarları’ndan sonra kendimi üstünde bulduğum köprü, Yeşilırmak boyunca inci gibi dizilmiş yalı evleri ve en nihayetinde şaşkınlıkla, hayranlıkla izlediğin bir başka değerli yapı olan saat kulesi beni karşılamıştı… Halk Eğitimi ve Akşam Sanat Okulu’na doğru yürümeye başladım. Haliyle içimde tarifsiz duygular… Okula gelip iş arkadaşım olacak amir ve memurlarla tanıştım. İşlemlerimi yaptırdım. Benden istenen birtakım evrakları tedarik etmek için dışarı çıktım. Bu işlemler bittikten sonra yeniden okula geldim. Mesai bitimine kadar orada çalışan amir ve memurlarla biraz zaman geçirdik. Mesai saati bittiğinde haliyle ben de oradan ayrılmak zorunda kaldım. Akşam otobüsüm yanılmıyorsam 22:00 ya da 23:00’daydı. Kuşadası’na dönüp eşyalarımı toplayıp Amasya’ya dönecektim. Evet, tüm bu işlemleri yaptırdığıma göre, demek ki burada yaşamaya karar vermiştim!

Aklım karmakarışıktı. Ege Üniversitesi Devlet Türk Musikisi Konservatuvarı Türk Halk Oyunları Bölümü’nü okumak için hazırlık dâhil tam beş yıl bu alanda eğitim almıştım. Devlet memuru olmamak için ise iki yıl boyunca direnmiştim. Çünkü ben bir konservatuvar mezunuydum ve benim çalışacağım kurum; Kültür Bakanlığı ya da TRT’nin ilgili sanatçı kadrosu olmalıydı. Aldığım eğitim, işim ve geleceğimle ilgili pek çok kaygılar içindeydim. TRT ve Kültür Bakanlığı’nın alanımla ilgili açacağı sınavları takip etmek, bunlara başvuru yapmak en büyük mesailerim arasındaydı. Bu haberleri almak o kadar zordu ki, haliyle teknolojik olarak da henüz bilgisayarların yeni çıktığını, internet bağlantısının sadece kurumlarda olduğunu, fotoğraf makinelerinde dijitale geçmediğimizi, halen filim ve banyo yöntemiyle bir resme sahip olabileceğimizi, telefonların bugünkü gibi akıllı versiyonlarından olmadığını hatırlatmak isterim. Yazarken dahi şaşırıyor insan değil mi? Dünya teknolojik olarak bakınız nasıl ilerliyor. Bu yaşadıklarım henüz dün gibi, fakat aradan neredeyse on, on iki yıl geçmiş olmasına rağmen bugün dokuz yaşındaki bir çocuğa bizlerin on iki yıl önce fotoğrafı nasıl elde ettiğimizi anlatsanız, bu durum onun dünyasında oldukça şaşkınlık verecek şekilde ilkel kalmıştır… Niyetim sizleri otobiyografi anlatmak değil elbette, bu bahsettiğim konuların hepsinin ileride oturacağı bir yer var; yoksa gelecek yazılarımda burada yazdıklarıma atıfta bulunurken, bu yazılar bir anlamda bir yüzleşmeyi içerdiğini de göreceksiniz!. Çözmemiz gereken ya da çözümsüzleştirdiğimiz konuları göstermek için önemli bu anlattıklarım; yanı sıra tarihe tanıklık etmek de… Teknolojinin son girdiğimiz yüzyılın çeyrek diliminde ilerleyişine ve ona eşlik edemeyenlerin, kendini yenileyemeyenlerin, hiçbir şeyin farkında olamayanların bulunduğu noktadan diğer nokta arasındaki mesafeye baktığınızda, durum çok korkunç… Bu korkunçluk okumayan için ayrı bir zor, kendini geliştirmeyen için ayrı bir zor, ortaya nitelikli bir iş çıkartmayan/çıkartamayan için ayrı bir zor; ve daha vahimi tüm bunların farkında olamayanlar için içler acısı…

Kültürel değerlerimizi henüz belgeleyemeden onların yerine koyduğumuz ya da ihtiyaç duymadığımız için attığımız, eskidiği için değer vermediğimiz için çöp saydığımız özünde ise çok kıymetli olan o kadar çok değerlerimiz var ki; hele de Amasya gibi tarihi bir kent kimliği taşıyan ilin bu misyonu tüm üretimleri ile birlikte kullanabileceği yerde…

Amasya’ya ikinci dönüşümde beni evlerinde on gün boyunca misafir eden, bir ailenin evinde geçirmek zorunda kaldım. Çünkü bu şehirde kalabilecek hiçbir yer yoktu. Öğretmenevi Halk Eğitim Merkezi’ne çok yakın olmasına rağmen burası tadilat göreceği için kapatılmıştı. Haydi oteli geçtim, bu adı sanı, koskocaman bir tarihi, şairi, edebiyatçısı, inşaatçısı, doktoru, hâkimi, siyasetçisi… -liste uzar gider- olan şehirde doğru dürüst bir pansiyon dahi yoktu. Olanlarda da 19 Mayıs Üniversitesi’ne bağlı bir yüksekokulun Amasya’da olmasından dolayı, burada okuyan çocukların daimi müşterileri olması nedeniyle bir gece dahi kalmanız dahi mümkün değildi. Peki ya misafirhaneler? Evet, iki tane misafirhane vardı. Bunlardan bir tanesi Emniyet Müdürlüğü’nü misafirhanesi diğeri de Orman Bölge Müdürlüğü’ne ait misafirhane. Buralarda kalabilmeniz için ya emniyetçi ya da ormancı bir aileden geliyor olmanız lazımdı. Yanı sıra öğrendiğim kadarıyla şehirde bir de 15. Bölge Eğitim Tugay Komutanlığı vardı ve burada binlerce Türk evladı eğitim alıyor ve yemin törenine katılıyordu. İşte o yemin töreninde biricik evlatlarının yemin törenine katılmak isteyen ana babalar, Amasya’ya geldiklerinde ortada kalıyorlar, nerede kalacaklarını şaşırıyorlardı. Tüm bunları düşünürken, içimden dedim ki” Oh ne âlâ memleket. Amasyalıların nasıl olsa bir evleri, evlerinde uyuyabilecekleri bir yatakları var; peki ya bu şehre bir şekilde işi, gücü, ziyareti, kendince sebepleri olup da dışarıdan gelenler; ne olacak bu insanların hali? Sizlerin çocukları nasıl sizlerin biricik evlatlarıysa, biz de anne babalarımızın biricik evlatlarıyız. Her ne kadar memleketinde de olsan, ailenden, çevrenden, o yaşa kadar alıştığın her şeyden kopmuş, daha önce bilmediğin, görmediğin, insanlarının huyunu suyunu bilmediğin bambaşka bir şehre gelmişsin ve fakat burada başını sokacağın bir otel, pansiyon dahi bulamıyorsunuz; güvende misiniz değil misiniz bilemiyorsunuz; bu nasıl bir iş? Çalıştığım iş yerinde “Ömer Baş” adında bir sınıf öğretmeni vardı; -geç bir zamanda ölüm haberini aldım, toprağı bol olsun, ailesine ve sevenlerinin başı sağ olsun-; işte onun mücadeleleriyle bir ev arayışına girmiştik, fakat aradan on gün geçmesine rağmen bir sonuç alamadık. En sonunda ben evinde kaldığım aileye fazla rahatsızlık vermemek için, önce Emniyet Müdürlüğü’nün sonra da Orman Müdürlüğü’nün misafirhanelerine başvuruda bulundum. Allah’tan Orman Müdürlüğü beni beş günlüğüne kabul etti. Yanıma biraz eşya alıp Orman Müdürlüğü’nde kaldım. Bana baştan “sizi en fazla beş gün misafir edebiliriz, o zamana kadar kendinize başka bir yer bulun” dedikleri için neredeyse diken üstündeydim. Sonra Emniyet Müdürlüğü’nden gelen güzel bir haberle beş günün sonunda onların misafirhanesine geçtim. Ne yalan söyleyeyim en konforlu en temiz, en çok içime sinen yer burası olmuştu. Sanki köşke çıkmıştım! Yalnız onlar da bana burada fazla kalamayacağımı, yemin töreni nedeniyle kısıtlı zamanlarda burada kalabileceğimi söylediler. En sonunda o gün geldi çattı ve bu sefer öğretmen evi açık olmadığı halde, çok zor durumlarda kalırlarsa bazı odaları misafirlere tahsis ettiklerini öğrenince bir gece de orada kaldım.

Amasya’ya gelmiştim, ama Amasya bana bir türlü gelmiyordu. Bu arada şunu da gözden kaçırmayın lütfen, her gün okula gidiyorum, orada mesaimi tamamlıyorum; Amasya’nın halk oyunları ile ilgili bilgi alışverişinde bulunuyorum; usta öğreticilerle tanışmak istiyorum. Onlarla paylaşacağım ve aktaracağım o kadar çok şey var ki, meselenin işimle ilgili kısmı da beni heyecanlandıran en önemli tarafı tabii ki… Yani sıra aileme yaşadığım tüm bu zorlukları gerçekleriyle anlatsam, bana “eşyalarını topla gel” diyeceklerinden adım gibi eminim, fakat şunu çok iyi anlamışım ki, bu şehir için, işim için bu şehirde yapabileceklerim için bir fedakârlık yapmak lazım… Hem o kadar çok iş var hem de kendimi nasıl aklımda yapmak istediklerime kaptırmışım ki, gözüm kendimi dahi görmüyor ve henüz yolun o kadar başındayım ki…. Ah Amasya’m askerlik ocağım, acemi birliğim! Ömrümün en güzel en taze en bereketli zamanlarını uğruna harcadığım şehir!

Bir sonraki yazıda buluşmak üzere…

Silvan Güneş

Biyografi Yazarı

Yönetim ve Organizasyon Bilim Uzmanı

Halk Bilimi Araştırmacısı

Yorum bırakın