Mukayese.
Çok büyük bir terazidir o. Bir insanın mertebesini gösterir. Hassas bir terazisi vardır sahibinin, neyi neyle tarttığını, ölçüp biçtiğini bilir, bir izahı vardır çünkü. Matematik, fizik kuralları ve denge, kimini masa başında, kimini pratikte öğrenirsin. İkisini birleştirdiğinde akıl tamamlanır; mantık işler; netice, sahte delillere ve yalancı şahitlere rağmen, hakikat; seni alnının ortasından vurur.
Laf pazara çıkmışsa girmez çuvala, fakat alıcısının da karnını doyurmaz. Olsa olsa ortaya dengesiz işlerin yalancı pazarıdır bu. Sapla samanı birbirine karışmıştır orada. Hatta pazara da çıkmıştır, ne sattığını da bilmez ya da seni sattığını sanır yarım aklıyla. “Tezgâhtayken amma da parlaktı, bir kestim, bu da çürük çıktı.” dediğinizde, insan karpuzun, elmanın, ayvanın ne olduğunu bilemeyebilir. Doğanın o kadar aldatmacası da olsun, fakat bıraksalar belki gübrelemeyi, yanlış müdahaleyi, tadından yenmeyecek. Belki çabalıyor o da kendince, fakat olmuyorsa ondaki eksik ne?
İnsanlar karşılarındakinin kim olduğunu bilmeden onları kendi nazarlarınca kategorize etmeye çalışıyorlar. Zannediyorlar ki en iyi kefe bende; en iyi tahlili ben yaparım; en doğru yol benim düştüğüm yol; içinde akıl, mantık, hesap, kitap olduğu halde durumlar, şartlar, zaman ve mekân her şeyi değiştirebiliyorken! En ince düşünülmüş hesapların, çok basit bir nedenle matematiğinin bozulup bir anda içinden çıkılmaz bir probleme dönüştüğünü bu hayat hiç öğretmedi mi size?
Hayatın kendi kuralları doğanın akışına göre ibresi şaşmaz ilerlerken, onun içinde bir tane zerrecik dahi edemeyecek olan biz ölümlerin kurduğu zembereğin başında düşlediği hayal, eğer küçücük bir yerinde dahi aksaklık gösteriyorsa bunu görmesini bilin. Bu hayat durduk yere aşkından ölecek bahaneler üretmez, o senin bahanendir. Yaşamak için sevmek ve ona tutunmak önemli bir bahanedir.
O bahaneyi kendine özel kılmışsan ve kendinle olan mukayesede eşitlenmişsen, evet, -bu hayatı bir ipin üstünde cambazca yürümeye benzetirsek-; gün olur yürüyen sen elinde dengeyi sağlayan çubuk o, gün olur yürüyen o, başındaki şapka sen olabilirsin!.. Fakat ne olursa olsun, bunda dahi heyecanlar tüketip bir tekdüzelik seni yedikçe, mecburiyetlik mi mahkûmluk mu, bir türlü tanımlayamadığın yaşantına en sonunda işin içinden çıkamayıp “kader” dersin. İşte bak, sen dahi yola neyle çıkmış, nelerle buluşmuş ve ne değişik duygu durumları içinde biçimlenmiş, kendince serpilmişken, mukayese etme konusunda kendi tecrübelerinin dahi sana yetmediği yerde, küçücük bir iğne deliğinden kocaman bir urganı geçirmeye kalkışma çabası sadece kişinin aklını, zekâsını, seviyesini ortaya koymaz; üzüntü verici, komik ve zavallı bir pozisyona da düşürebilir!…
Mukayese,
iyi niyetle yapılmış yerinde olmayan bir mukayese ile iyi niyetle yapılmamış, yerinde olmayan bir mukayese… Her ikisi de can acıtıcı, moral bozucu sonuçlara varmak için, kendini yüksekten görme çabası içinde olan birinin garip bir tatmin yoludur. Basit fakat kurnaz bir insan, birini aşağılamak istiyorsa hemen mukayese kabiliyetini(!) kullanır. Bu, başarılar karşısında gösterilen kıskançlıklarda hor görmeye çalışmaya kendince tutulan zavallı paslı bir aynadır. İşte orada, kıskançlığın, karşıdakini nasıl görmek istediğin, ondaki yerin ortaya çıkar. Mukayese, insan ilişkilerinin en kriminal sonucudur. O seni mukayese ettikçe, sen onu tanırsın. Pazardaki karpuz evdedir artık. Kestikçe ya tadına doyum olmaz yersin ya da pazarcıya gülüp geçersin.
Silvan Güneş
Biyografi Yazarı