Kaleme alınan bir yazıyı dil bilgisi ve nüktedanlığınıza sığınarak okumak kolaydır, fakat o yazıyı yazmak zordur!
Bir yazı metnini size verilen konu başlıkları itibariyle düşünüp hayal dünyanızı, öngörülerinizi, -deneylememiş de olsanız- olasılıklar dâhilinde ihtimallere bağlı olarak yazmak kolaydır, fakat o yazının gerçeklikle örtüştüğü iddiasıyla konuyu kendi çıkarımlarınıza bağlamışsanız, laf ve sözden ibaret olan şeylerin itibar görmesini hedeflediğiniz kesim dışında kalanların sizi onaylaması imkânsızdır!
Bir gerçeği olduğu gibi yaşanmışlıklarıyla belgelere dayalı bir şekilde ortaya koyup anlatmak, araştırmacılık ister. Araştırmacılık; kimi zaman kör bir karanlığın içinde iğneyle kuyu kazmaya kimi zaman da ortaya çıkartıldığı/olduğu halde, üstünden onlarca bilgi kirliliği yaratılmış, saptırılmış, yolunu kaybetmiş ya da cebren kaybettirilerek “bir doğrudan eğri, bir eğriden doğru” yaratma hasletleriyle yanıp tutuşanların ellerinde, emellerine uygun hale getirilmiş hesaplarla, “toplumun bilinçaltını tahrip edercesine servis edilmesine rağmen”, o yanlış algıyı düzeltmek için; neredeyse bir hukuk adamlığına soyunurcasına, suçluyu yakalayarak adalete teslim edip, bu yolla kendine yer edinenlerin ebedi sandıkları krallığı/derebeyliğini yıkarak, Ulubatlı Hasan gibi kaleye bayrağı dikmeye benzer.
Ve sen..!
O bir tek kelimenin peşine düşüp, tıpkı sur yapan mühendisin yaptığı kemerin tam ortasına oturttuğu kilit taşı gibi gerçeğe ulaşıp doğru kelimeyi bulduğunda, gerçek, bir güneş gibi karanlığı aydınlattığında, çekilen tüm o sıkıntıları harcadığı zamanı unuttuğunda… İşte o bilgi, o gerçeği gün yüzüne çıkartan araştırmacının parmağında bir pırlanta taş gibi parlarken, sen, o bilgiyi bir metin içinde bir solukta okuyup geçersin.
Silvan Güneş
15 Nisan 2020