
Bundan tam 13 yıl kadar önce araştırmacı, yazar, eleştirmen, iyi okur ve çok değer verdiğim Türk aydınımız Doğan Hızlan, Hürriyet gazetesinin 23 Kasım 2003 tarihli köşe yazısında “Bir Biyografi Yazarı Aranıyor” diye bir başlık atmış ve bir biyografi yazarının nasıl bir yazar olması ve eserini nasıl çıkartması konusunda oldukça önemli bilgiler vermişti. O yıllarda “Amasya Folkloru” adlı araştırma ve derleme kitabımı, Amasya Valiliği Kültür Yayınları içinde basılmasına vesile olmuş bir araştırmacı olarak, hem bu beni çağıran başlık hoşuma gitmiş hem de uzun zamandan bu yana yazmak istediğim bir konuda kollarımı sıvamak için çabuk davranmam gerektiğini kendime söylememe vesile olmuştu… Yazısında, bizim memleketimizde biyografi yazarı yetişmediğinin altını çizen Doğan Hızlan’ın kendimce kaygılarını duymakla birlikte, ben de tıpkı kendisi gibi belli köşe yazarlarının yine memleketin belli, tanınmış iş adamlarının hayatlarını kaleme almaktan ileri gidemeyen ve ne yazık ki belli konulara ya da anlatılanlara sıkıştırılmış metinlerden oluşmuş kitapların okunmadığının da farkındaydım. Örneğin, Doğan Hızlan’ı okumadan önce ilk gençlik yıllarımda bir gazetede ve daha sonra da bir tv ekranında rahmetli Sakıp Sabancı’nın bir isyanı söz konusuydu. Sakıp Bey, kitabını şimdiye kadar dört kişiye yazdırdığını, fakat kitaplarının her biri basılıp da eline aldığında okuduğu kişinin kendisi olmadığından yakınıyor, kendi hayatını kendinin kaleme alacağını söylüyordu. Hakikaten bu satırları daha önce okuduğumda, sonra da TV ekranlarında aynı cümleleri izleyerek Sakıp Bey’in haklı serzenişlerini duyduğumda, memleketimdeki yazarları bir gözden geçirdim. Haliyle kendine “biyografi yazarı” diyen hiç kimse yoktu ve elbette ne roman yazarından ne de edebiyatçı olduğu için kaleminin gücünden enerji alarak bir insanın hayatı yazılamazdı.
Doğan Hızlan yazısına şöyle başlamıştı. “Saygın, görmüş geçirmiş, birikimli, Türkiye’yi ve dünyayı iyi tanıyan iki dostuma aşağıdaki sorunun yanıtını veremedim: Bizde en tanınmış biyografi yazarları kimlerdir? İlk anda aklıma gelenler bir iki kişiyi geçmiyor. Onlar da biyografi yazarı değil. Her iki dostumda biyografi alanında örnek kitapları okuyor. Bu yüzden de bir karara varamıyorlar. Çünkü onlar; sunulan malzemenin bir üslup özeni, bir edebiyat ustalığı içinde kaleme alınmasını istiyorlar. Çünkü onlar yurt dışında başarılı biyografi eserlerini okumuşlar. Çünkü onlar; biyografi kitabının soru-cevap kuruluğunda tekdüzeliğinde, sıradan olmasından çekiniyorlar. Çünkü onlar; biyografi yazarının bir araştırmacı kimliği taşımasının şart olduğunu biliyorlar. Ben de düşündüm de onlara hak verdim. Biyografik roman ile biyografi zaman zaman karıştırılıyor. Biyografik roman hakkında gerçekler böyle dediğinizde, hemen roman türüne sığınıyor yazar. Faruk Bildirici’nin Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz için yazdığı kitaplar, biyografiydi. Hıfzı Topuz’un romanları, Ayşe Kulin‘in Füreya‘sı biyografik roman türünün başarılı örnekleriydi. Oğuz Atay‘ın hocası Mustafa İnan hakkında yazdığı Bir Bilim Adamının Romanı da, adı üstünde romandı ama belge ve bilginin izdüşümü de hissediliyordu. Can Dündar‘ın yaptıkları dramatize biyografiler.
Önceki yıllara uzandığımızda Tahir Alangu‘nun Ömer Seyfettin, Mehmet Emin Erişirgil‘in Mehmet Akif Ersoy hakkında yazdıkları da biyografik roman türünün içine sokulabilir.
Bizde authorized (yetkili, izinli de denilebilir), unauthorized (yetkisiz, izinsiz) biyografi yazarı da anımsamıyorum.
Belge kırıntılarıyla hazırlanan biyografik çalışmaları da ben biyografi türünün dışında tutuyorum.
* * *
BİYOGRAFİ yazarının yaşayan birinin biyografisini, anı-biyografisini yazması bazen daha zordur. Çünkü teybi önünü koyup, onu konuşturmakla yazarın işi bitmez, yapacağı sadece bu malzemeyi düzenlemek, süslemek değildir.
Anlatıcının söylediklerini, değişik kaynaklardan edindiği belgelerle pekiştirmeli, düzeltmelidir. Kısacası, her söyleneni bir denetimden, sağlamadan geçirdikten sonra yazmalıdır.
Biyografisi yazılanın, anlattığı anılarının da süzgeçten geçmesi taraftarıyım. Anılara yaslı bilgiler de nesnelliği bozabilir. Biyografi yazarlığı uzun bir araştırma dönemini gerektirir. Batı’da biyografi yazarları, yeni gerçekleri ortaya çıkarırlar. Yazarın yaşamı hakkındaki bilgimizi değiştiren, ölüm nedeni konusunda yeni tartışmalar açan araştırma sonuçları biyografilerde kendini gösterir.
Çok sevdiğim, çok saydığım iki dostum da biyografi yazarına bilgileri, belgeleri verdikten sonra, bunların ötesindeki araştırmaları, ondan bekliyorlar.
Shakespeare‘in, Kennedy‘nin, Beethoven‘ın hayatlarındaki birçok yeni keşfi, biyografi kitapları sayesinde öğrendik.
Bir edebiyatçı, sanatçı için hazırlanan, sadece kütüphane çalışmalarıyla yetinilen, ‘hayatı-sanatı-eserleri’ anlayışındaki kitaplardan kurtulup araştırmacı yöntemlerle hazırlanan biyografilere yöneldiğimizde, üniversitelerimiz bu anlayışı benimsediğinde; bizde de biyografi yazarları yetişeceğine eminim.
Sanırım bu alanda yetişecek öğrenciler, yeni adlar, epey kitap önerisi alacaklardır.
* * *
DIŞARIDAN bakanlar, bazen eksiğimizi daha iyi görüyor ve gösteriyorlar.”alıntı: http://www.hurriyet.com.tr/bir-biyografi-yazari-araniyor-185551
Aradığınız Biyografi Yazarı Benim
İşte tam da benim düşündüğüm gibi biyografi yazarın nasıl olması gerektiğine Doğan Hızlan… yıllar sonra kendisine bir mesaj yollayarak, “Aradığınız Biyografi Yazarı Benim” diyen, ortaya nasıl bir biyografik eser koyması gerektiğini çok iyi bilen bir yazar adayı olarak ortaya çıkmıştım. Kendisi sağ olsun onca işinin arasında bana bir mesaj atmış ve henüz üstünde çalıştığım, “Bir Anadolu Efsanesi Şefik Çerçioğlu” adlı eserimden bir kaç metin göndermemi istemişti. Ben de yolladım tabii ki fakat kendisinin oldukça yoğun olduğu bir dönemdi sanırım, daha sonra kitabı gönderecektim ve henüz benim yayımevi konusundaki tecrübesizliğim, enerjimi aşırı derecede eser yazmanın aslında bir anda sıfırlandığını anlamamıza yarayan, tüm emeğinizi, yıllarınızı, tatilinizi, açlığınızı dahi bastırıp bilgisayarın önüne yığıldığınız en güzel zamanlarınızın feragatiyle ortaya çıkardığınız eserinizi bir anda bir yayınevinin kucağına teslim edip, sonra kendisinin ne kadar kolay üstünden sizden daha çok para kazandığını görüyor olmak, çok ağır bir tokat gibi inmişti yüzüme. Doğan Hızlan’ın da kast ettiği gibi uzun bir zamanımı almıştı. Sadece röportajlar değil, akrabalar, eş dost, en yakınlar, doğup büyüdüğü yerler, eski fotoğraflar, hayatı botunca gezip gördüğü, geçip gittiği diyarlar ve insanlar, yaşadığı coğrafya, iklimsel farklılıklar ve onun getirdiği sosyo-kültürel yaşam, ekonomik düzen ve durum, eğitim, ailenin maddi manevi seviyesi, bakış açıları, olaylar karşısında gösterdikleri tepkiler, şimdiye kadar ailenin yaptığı işler ve başarı, başarısızlıklarının neden sonuç ilişkilerini tüm bu yukarıda saydığım nedenlere bağlı olarak memleket ekonomisi, siyaseti ve sosyo-kültürel yapısına kadar kendi içinde değerlendirilirken; etki tepkilerin ana arterleri… Tüm zamanlarla ilgili ele alınması gereken konu başlıkların zamana göre bilimsel olarak, üstünde akademik boyutta yapılmış tez çalışmaları, arşivler, hatta Osmanlı arşivleri. Tüm bunların bir araya getirilmesinden sonra sıkı bir çalışma ve tüm dünyayla yazarın sosyal iletişimini sınırlayıp işine gömülmesi; tüm olayları okuma, zamanı, mekanı,, insanları iyi anlayıp tahlil etme, güçlü empatiler kurabilme. Hatta onun eski zamanlarda adını koyamadığı neden ve sonuçları dahi ortaya koyabilme, cevaplar üretme ve tez sunma… Tüm bunları en az 100 yıllık bir zaman dilimi içinde harmanlayıp, yalın, sade okunabilir bir edebi üslupla, kelime cambazlığına ya da romanlardaki gibi ağdalı cümleler kurma kaygılarını gütmekten, -meseleden uzaklaşmış bir dile düşmeden-, okuyucuyu ustaca sayfaların arasına kilitleyip aynı zamanda bir tarih, ekonomi, siyaset, eğitim, girişimcilik vb dersleri alır gibi, okurun entelektüel seviyesini besleyecek nitelikte bilgilerin yer aldığı bir kitabı kaleme almak gerekiyordu. Üstünde çalışılmamış soy ağacından, gazete kupürlerine, önemli konu başlıklarının seçiminden, sosyal sorumluluklara ve sivil toplum örgütleri içindeki yerden ödüllere kadar hayatın içindeki tüm kronolojisi çıkartılabilir konu başlıklarına kadar biyografi yazarının kaleme alması ve yazdığı eserde yer vermesi gereken önemli çalışmaların konu başlıklarıydı…
Kendi adıma söyleyebilirim ki, tıpkı Doğan Hızlan Beyefendinin de kast ettiği gibi, bir biyografi yazarının araştırmacı kimliğinin olması ve bir insan hayatını araştırırken neleri araştırıp el de ettiği bilgiyi nasıl harmanlayacağının yanı sıra tüm bunlara ek olarak kaleminin edebi gücünün de etkisiyle verileri tıpkı bir süzgeçten geçirircesine tüm bilgileri homojen hale getirip ondan keyifli metinlerle sıralanmış enteresan bilgilerin süregenliğiyle bir hayatı kaleme alması gerçekten de önemliydi ve ben ilk eserim “Bir Anadolu Efsanesi Şefik Çerçioğlu”da dahi bunun alasını yaptım. 2010 yılında 3000 adet olarak basılan bu eser benim tam dört yılımı aldı ve diyebilirim ki bunun neredeyse bir yılı benim bu eseri bastıracak iyi bir yayınevini aramamla geçti. Meğerse iyi bir yayınevi bulmak ne kadar zormuş ve asıl iş o zaman başlıyormuş. Yayınevleriyle siz yazar olarak anlaşmayı yaptıktan sonra bir bakıyor ki hayatını kaleme aldığınız kişi çok zengin ve her ne kadar siz yazar olarak yayıneviyle anlaşmış olsanız da sizi rahatlıkla ekarte edip kitabın basımı için parayı öden patronla daha iyi anlaşabilir. Ya da yine sizi aradan çıkartıp patrona verdiği hesap üstünden rahatlıkla oynayarak sizin kitabınızın üstünden çok daha fazla para kazanabilir. Yayınevi 3000 adet bastırdığımız kitabın ilk 500 adetini istediğimiz için, nasıl olsa siz bunu çevrenizdeki insanlara yollayacaksınız diye kafadan 500 adet kitabı bize bandrolsüz gönderdi. Daha sonra satış olarak gönderilen liste, satış yapılan kalemler için kesin satışlar olarak bilgi verilmesinin ardından, hesap görüleceği zaman bu sefer de onlar “iade oldu” deyip, satış olan kitapları dahi satamayışımızın üzüntüsünü yaşamakla birlikte, son 500 adet kitabımızı istediğimizde de, o yıl İstanbul’a hiç yağmur yağmamasına rağmen, “sel bastı, depodaki tüm kitaplar telef oldu” deyip 500 adet kitabımızın üstüne de yattılar. Bunun hesabını sorduğumuzda da bizi alacaklı olduğumuz kadar borçlu çıkardan bir yazı gönderdiler. Açık söylemek gerekirse bu yayınevi ile yaşadığım münasebet sonrasında anladım ki yazarlar kitaplarını yayınevi için yazıyorlar. Onlar da oh ne güzel yılların emeğini kıytırık bir matbaa ile zamanın hiç koşullarına ve teknolojisine uygun olmayacak şekilde, biçimde, kalitede, zamanda, nitelikte sözde kitap basıyor. Kitabınızın sayfa kağıdından kapağına kadar en iyi şekilde olması, içindeki renkli fotoğrafların en az dört renk olması ve dizgesi için ödediğiniz onca paraya rağmen, kitap elinize bir geliyor ki çamur gibi. Evet 1.hamur kağıt kullanılmış ama hangi 1. hamur. 90 gr. kağıt için anlaşma yapmışsınız ama kağıt çıkmış 70 ya da 80 gr. Hem siz zaten bunların ayrımını yapacak durumda değildiniz…
Sizin anlayacağınız bu yayınevi dertleri bitmez. En nihayetinde ikinci biyografi kitabım “Her Hayat Bir Mirastır Berat Cömertoğlu” da bir o kadar Şefik Çerçioğlu’nun kitabı kadar enteresan bir kitap oldu. Çünkü hakikaten hayatımda bu iki hayatın senaryo haline getirilmiş filmlerini izleseydim, “yok canım daha neler, yazarın hayal dünyası çok genişmiş” derdim. Çünkü öylesine farklı ve aklınızın ucuna dahi gelmeyecek iniş çıkışlar var ki insan dinlerken dahi yerinde duramıyor. Bu iki kitabı okuyanlardan da çok olumu geri bildirimler aldım fakat benim asıl derdim, Türk halkını nasıl yapacağız da biyografi kitapları okumaya yönlendireceğiz. Çünkü zaten kısıtlı bir yüzdesi okuyan ve okuma alışkanlığı oldukça düşük olan haklımızın bir de okuduğu kitaplar arasındaki okuma seçeneklerine baktığımızda bunların içinde edebiyatımızın en öksüz çocuğu olarak gördüğüm biyografik eserlere çok fazla yer yok. Bunun nedeni ise şöyle sıralayabilirim.
1- Ortada okunabilecek gerçek bir biyografik eser yok.
2- Şimdiye kadar yazılmış biyografik eserler genellikle Türkiye’nin Sakıp Sabancı, Vehbi Koç, Eczacıbaşı vb. kimselerin kitapları ve biyografi deyinde okur hem tanımadığı insanların hayatını okumak istemiyor hem de bu tür kitaplarda eser kahramanının zaten göz önünde olan varlığını ve gazetelerde sürekli gözler önünde olan hayatını zaten bildiğinden merak da etmiyor. O nedenle okur konuya, “ben onun ne yeyip içtiğini, nasıl konforlu ve kaygısız yaşadığını mı öğreneceğim” diye ele alırken, merak duymamanın yanı sıra bu tanınmış insanların kaleme alınmış kitaplarına da tepkisini ortaya koyarken, bu tür kitapları okuyanlar ise ya içinde farklı bilmediği bir konu ile karşılaşacağından ya da kendisine rakip olduğu için okuması gerektiğini düşündüğünden bu tanınmış kitapları okuma gereği duyuyor. Tüm bunlarla birlikte, hayatını yazdırmak isteyenlerin bu tür kitapları kendi hayat hikayelini kaleme almak ya da aldırmak için örnek olması için alıp okumalarının yanı sıra çok az bir kesim, -özellikle çocuklarının kendilerine ileride bu başarılı girişimciyi örnek alıp, sağlam adımlarla yol alması ve hayatın, zorlukların, mücadelenin farkına varması için- bu tür kitapları alıp okuduğu görülüyor.
2- Başarılı olduğu halde medyatik olmayan iş adamlarının kaleme alınmış hayatı okunmuyor. Tıpkı, tanınmış, medyatik olduğu halde kaleme alınmış biyografi kitabının okunmak için tercih edilmeyen nedenine bağlı olarak, tam tersi durumun bu insanların yazılmış eserleri için de geçerli olması gibi…
Sonuç olarak; gerek Doğan Hızlan gerekse biyografik eserler konusunda yapmış olduğum araştırmalar ve incelemeler sonucunda kendi tarzını yaratmış ve kendine “biyografi yazarı” diyen araştırmacı bir yazar olarak, henüz üstünde çalıştığım ve diğerleri gibi oldukça başarılı, inişleri çıkışları zirveler yapmış, başarılı bir girişimcimizin eserini yazmak için yeniden kolları sıvamış bulunmaktayım. Açık söylemek gerekirse, bu girişimcimiz diğerlerinden daha çok medyatik, tanınmışlığı bakalım bu eseri ve beni de kimbilir nerelere taşıyacak. Ben henüz biyografi yazarı olarak tanınmış bir yazar olmasam da bu işlerin de çevreniz ve medya ile olan yakın ilişkilere bağlıyorum. Yoksa bana çok satanları gösterdiklerinde de yayınevinden yayınevinin dağıtımcılarla yaptığı anlaşmalara, eseri ortaya çıkarttıkları malzemeye kadar hepsini değerlendiriyorum. Kitabın içeriği bir tarafa, bir kitap gerek basılı yayımlarda gerekse sosyal medyada öyle çok reklam ediliyor ki okurun tüm dikkatleri o kitaba ve yazarına ya da yayınevine yöneltilmiş. Okur beğenir ya da beğenmez kimsenin derdi değil bunlar. Yeter ki iyi reklam edilip spornsorlarla kitap satışları desteklensin. Sonuç ise her iki taraf için oldukça kazançlı oluyor. Yanı sıra yazarın tanınması da cabası. Sanıyorum benim de böyle bir şansa ihtiyacım var. Bir köşe yazarının sizden bahsetmesi dahi çözer bu işi ve fakat, her birine her gün koli koli tanıtım yapmaları için gönderilen kitapların çoğunun kolisi dahi açılmadan gönderiliyormuş bir yerlere. O sizin TV kanallarında sunucuların özellikle tanıttığı kitaplar ya da stüdyosuna davet ettiği yazarlarla söyleşilerin hepsinin büyük bedelleri var. Peki bu bedeli kim ödeyecek. Bu da yazarın görevi mi? Yani tanınmak için sizin iyi bir yazar mısınız, değil misiniz kimsenin buna baktığı yok. Para her şeyi çözüyor. Yine de tüm bunların dışında kalan çok az bir kesim var ki onlar her şeyin farkındalar. İstediği kadar büyük paralarla finanse edilmiş tanınmış yazarlar olsunlar, ellerine aldıkları kitabın nasıl şişirilmiş olduğunu gördükleri andan itibaren diğer basılmış kitaplarına fazla itibar etmiyorlar. ben ise şuna inanıyorum. Biliyorum ki ağır adımlarla ama emin ilerliyorum. Okur, kaleme aldığım haytalarla buluştukça benim farkıma ve ortaya koyduğum hayatların memleket, millet ve gelecek için öneminin farkına varacaklar.
Bir gün raflarınızda buluşmak dileğiyle.
Silvan Güneş Biyografi Yazarı
[…] bu yazısı çok kıymetlidir ve ben de aynı kıymette kendisine bir cevap verdim ve dedim ki “Aradığınız O Biyografi Yazarı Benim” Bakınız bu iki yazı çok kıymetlidir ve sonrasında benim kaleme aldığım biyografi […]
BeğenBeğen
[…] budur. Ben bu gerçeği bir çalışma üzerinden bir kez daha dile getirmiş oldum ve cümlemi Bir Biyografi Yazarı Aranıyor (Doğan Hızlan) & Aradığınız Biyografi Yazarı Benim (Silva… bağlantısındaki bir gerçeği okuyarak son noktayı bu yazıya koyuyorum. Eğer bu gerçekleri […]
BeğenBeğen