Mutlaka hiçbir şeyi yalnız başına yapmadın! Bu yolculuğa çıkarken düşün bir, sana kim/kimler yardımcı olmuştu? O bavulun kapağını açmadan önce, hatta aklına bir bavul dahi hazırlamak gelmemişken, seni haberin olmadan böyle bir yolculuğa hazırlayanlar, belli ki her şeyi çok iyi düşünmüş, bir terzi gibi kalıp yaratmış, ölçmüş biçmiş ve sonunda giderken bavuluna koyacağın gerekli malzemeyi yerli yerine yerleştirmişti. Tüm bunları yaparken kendini de sağlama almış, seyahatinin sekteye uğramaması için tüm güzergahı defalarca gözden geçirmiş ve sen giderken arkandan dökeceği suyu dahi zemzem suyuymuşçasına bir testide muhafaza etmişti.
Planlar, senoryalar, oyuncular, kostümler ve sahne… Son makyaj ve rötuşlar da bittikten sonra herhalde seyircisiz olmazdı. Tüm bunlar zaman zaman oyun kurucuların davetleriyle bir araya gelenler tarafından, sana nasıl bir mükellef sofra hazırlandığı anlatılırken, tavşan kanı kıvamında çaylar, keyiflice yudumlanmış, yolculuğun sorunsuz geçmesi için beyin fırtınası yapılmıştı.
Ama mutlaka, ne kadar kusursuz ve hatasız olduğu düşünülürse düşünülsün, gözden kaçanlar ya da kaçması için orta yerden halının altına süpürülenler, kabak gibi ortada olduğu halde yokmuş gibi davranılıp hafızanın içinde hiç bir zaman kendinde gizleyemediğin küflü, karanlık odalardaki sirke gibi kesif gerçeklerin: ölene kadar peşini bırakmayacaktı. O yüzden, kendini ikna etmek için verdiğin emek, sana bir ömür yeterdi. Öyle sinmişti ki içine kendi gerçeğin, başka türlü davranman mümkün değildi! Alışık değildin çünkü, halının altına süpürdüklerinin görülmesi ve mutlaka böyle zamanlarda abanın altından özenerek çıkardığın sopan yine senin yüzünü kara çıkarmayacak kadar denenmiş, kullanılmıştı. Çünkü tüm ömür boyu onu bileye bileye keskin bir kılıç yapmıştın, ama yine de ihtimaller vardı, o damlaya damlaya biriktirdiğin sana göre zemzem, gerçekte ise öd suyunun küpünü de acaba bir gün yanlışlıkla kırabilir miydin?
Bir an korktun, ürperdin ama yok canım yok, olmazdı öyle şey! Hem kaç yıllık sen böyle işlerde kilit taşını andıran duruşunla kadim bir köprü ve o köprünün altından ise saman altından su yürüterek ne işlerde ser verip sır vermemiş, kurduğun düzenekle boğduklarının hesabını unutmuştun! Sağlamcı olduğun için sana bakanlar sanıyorlardı ki o köprü bir kutsal emanet ve üstünden gelip geçenler de sayende kendi nirvanasına süzülerek çıkmış, kendini bulmuş bir garip yolcudan başkası değilken, kaygılanmaya ne gerek vardı? Bunları da düşününce her yolculuğun biletini elinde tutarken yaptığın gibi kendine güzel şeyler söyledikten sonra koltuğunun arkasına sırtını iyice verip derin bir “oh” çekerken, elindeki seyahat biletini keyifle izlemeye başladın. Nasıl vereceğini ilk günkü gibi saatlerce çek ettin, uzattın, çektin, uzattın çektin. Muhatabın bileti alırken hayal ettin. Sonra deponda tüm sülalene ve el verdiklerine miras kalacak muz kabuklarıyla sabunlar aklına geldi. Peh peh peh, ne servetti be! Biriktirmek için az mı muz yedin! Gördün mü yine geldi keyfin yerine, göbeğinin de hakkı kalmasın, kahkahalarla gülebilirdin.
Şimdi bu hayallerini bir kenara bırak, o oturduğun koltuktaki yağlı, yığılmış bedeninle tavana çık ve izle, ne görüyorsun? Hâlâ çok güçlü olduğunu düşünebiliyor musun? Peki o zaman haydi, şimdi bulunduğun binanın dışına çık ve kuş bakışı izle çatısını. Nasıl? Artık kendini dahi göremiyorsun, koskoca bir taş yığınının tahminen şu bölgesinde oturmaktasın, ama kendine bile bir hükmün yok değil mi? Şimdi daha da çık yukarı, tüm bölgeye kuş bakışı bak. Nasıl? kendinden oldukça uzaklaştın ve koskoca bir yerleşim yerinde sen artık kimsenin umurunda dahi değilsin öyle mi? Çıkmaya devam et, bak bulutların üstüne çıktın, tıpkı uçakta gibi sislerin içindesin. Ne oldu? Korkmaya mı başladın? Aklın başına gelir gibi oldu mu acaba? Haydi biraz daha çıkalım yukarı. Ne o korkmaya mı başladın? Yüksekten korktuğunu yeni mi anladın? Evet haklısın, şimdiye kadar hep kendini çok yükseklerde görmüştün ve şimdi beş para etmez ruhun, çalı gibi duran kalibren, gerçek yüksekliğin ne demek olduğuyla yüz yüze gelince, egoların kaçacak delik aradı öyle değil mi? Ne o, çok mu yoruldun? Haklısın, ayakların yere basarken ancak arabana kadar yaptığın yürüyüşün beynine kapı zili kadar verdiği enerjiyle, ancak eteklere zilleri çaldırttığından, en büyük eylemindi düğmeye dokunman. Ama hakkını da yememek lazım, nasıl da keyifle uzun uzun basardın! Ve karşına dikilen eciş bücüşler, nasıl da omurgalarını kapının önüne bırakıp birbirleriyle yarışırcasına öne atılıp, aynı koroyu piyano gürlüğünde seslendirirdi… Haydi bakalım, biraz daha çıkıyoruz ve şimdi sadece dünya duruyor karşında, fakat samanyolunda ilerledikçe artık gezegenini de kaybettin gözden. Ne kadar karanlık ne kadar yalnız ve hiçsin şimdi öyle değil mi? Ömrün boyunca halının altına süpürdüklerin karşına dikilmeye başladı mı? Karşılarına kalas gibi dikilip oduna tarif bırakmaz halini gizlemek için takındığın kibar davranışlarını görebildin mi aynanda ve -belkide/nihayet- anladın mı bir trajedinin ilahi komedyası olduğunu? Burada hiç bir hükmü kalmadı değil mi özenerek attığın imzalar, imalar, imlalar? Oysa gözünün üstünde kaşın var diye başarılarını hasetlik içinde kinlendiğin kimlerin keyifle gözünü oymuş, sonra avucunu açıp içine koymuştun. Bu yola çıkmadan önce, senden olmayan şeylere olan kıskançlığını yenememiş, ancak, kangren haline gelen kinin bunların üstesinden geldiğinden, -ruhunun üstüne kezzap da dökseler-, kara deliklerini maziye gömemezdin. Bir de, kralın değil, palyaçolarının da çırılçıplak olduğunu söyleyen birinin çıkacağına dair bir garantin olsaydı, olmazdı ya bütün bunlar! Neyse ki bu işte yalnız değildin, nasıl vururdu ki seni bütün oklar?..
Ve bir sesle irkildin! “Eğer gerçekten yapabilmişsen bu yolculuğu, hayatının beş para etmediğini ve benim gibilerin seni neden takmayacağını da anlamışsındır umarım! Umuyorum, çünkü bu öyle senin bildiğin yolculuklara benzemez, senin keyifle hazırladığın seyahatlere de. Hatta aklın yetmeyeceği için tavsiyem giderken yanındakileri de götür, bir umut, belki on kafa bir araya gelirse ezik ruhunuzu yaşatacak o bir damla, -çok sıkarsanız-, belki bir yerlerde bulunur, fakat buna dahi ihtimal vermiyorum.”
Silvan Güneş
Biyografi Yazarı