Başarılı işler karşısında gösterilen kıskançlık, cahil toplumların tükettiği bir duygudur.
Kişi, kendindeki eksiklik ve yetersizliklerin farkına, önce bir başkasının başarısıyla karşılaştığında, yüzüne bir tokat gibi yemişse o kişide kıskançlık süreci başlar. Öyle ki, kendi yetersizliğini fark etmesine vesile olan o kişiye karşı bir anda içten içe kin, öfke, tahammülsüzlük, hatta varlığından dahi rahatsız olma gibi duygular içine düşebilir. Bu duyguların oranı her ne kadar kişiden kişiye değişse de, bir başkasına karşı duyulan kıskançlığın bu boyutlarda yaşanmaya başlanması her iki tarafa da zarar verecek ölçülere gelebilir…
Aslında kıskançlık duygusunun temeli bireye çocukluk döneminden beri verilmektedir. Bunu veren en temel unsurlar ise aile, okul ve çevredir. Çocuğunu sürekli komşunun, akrabanın, onun bunun çocuğuyla karşılaştıran ve onun eksiklerini durmadan yüzüne vuran bir ebeveyn, çocuk evinin kapısından dışarıya adımını attığı her yerde kendisini yetersiz görmesine vesile olabileceği gibi, çocuğunda olmayan meziyetleri ve eksiklerini ört bas edip onu sürekli anlamsız yere göklere çıkartıp, küçücük başarılarının karşısında anlamsız ödüllere boğarak, sözde motive etmek adına tam tersi bir yaklaşım içinde yetersizliğini, -çevresinin, ilişkilerinin, maddi gücünün de desteğiyle- kapatmaya çalışması da buna sebep olabilir. İşte o yüzden her iki durumda da birey erişkin bir hale geldiğinde, ya kendi eksikliğinin farkında olarak, başarılı olan kişileri kıskanacak ya da şimdiye kadar hep alkışlarla, hak etmediği ödül, övgü ve torpilin sağladığı başarılarla geldiği noktada, aslında ne kadar yetersiz olduğunu, bir başkasının başarısıyla tanışıp kendini gerçek manada onunla mukayese ettiğinde yaşayacağından, başarılı işler karşısında kendini nakavt edilmiş duygusu içinde bulacaktır. Ve kişilik de bu rota içinde şekillenirken sağlıklı bir evreden geçememiş olarak aramızda dolaşacaktır…
İşte bu noktada kişilerin neleri kıskandığı ve bu kıskançlık boyutlarını iyi tahlil etmek gerekir. Çünkü kıskançlık dediğimiz duygunun boyutu kişilere göre değişiklik göstermekle birlikte verilen tepkiler de bu boyutlar doğrultusunda sonucunun nereye varabileceği ile paralellik göstermektedir. Bilgi birikiminizden, yeteneklerinize, ortaya koyduğunuz başarılardan, seçimlerinize kadar tutun da yaşınıza, kilonuza, zevk ve tercihlerinize, kısacası sahip olduğunuz her şeye kadar kıskançlık duygusu basitleşebilir…
Bu noktada, karşınızdaki kişinin hassasiyet gösterdiği seviye ne olursa olsun, kendinize karşı nüksetmiş küçücük bir tavrı dahi hissetmişseniz, emin olunuz ki size karşı içten içe duyulan o öfkenin faturası, daha sonraki adımlarda kendini katlayıp çoğalacağından, ilerisi için tehlikenin çanlarının adımları başlamış demektir. Çünkü kıskanan kişiye bundan sonra varlığınız dahi fazla gelecektir. Eğer bu kişi daha sonraki zamanlarda yine ilişki içinde bulunacağınız biriyse bundan kaçış yok, yok tam tersi ise görüşmezsiniz olur biter. Ama onun için bitmez, mutlaka sizin adınızın geçtiği her yerde, kendisi sizinle yeniden yüzleştireceğinden, sizinle uğraşmaya devam edecektir.
İşte, az gelişmiş toplumlarda en çok sorun yaratan ve toplumun ruhunu bozanlar bu tür insanlardır. Akıllı insanların buna fırsat vermemesi gerekir ve bunun için dahi eğitimler alınması için mücadele etmelidirler. Çünkü bireyin sosyal yaşamında farkındalık oluşturup, tavrını belirlemesine yardımcı olacağı felsefe, psikoloji ve mantık gibi bilimleri hayatının her evresinde eğitim seçeneklerimizin içine sokabilmesi şart olduğu gibi, bu alanda topluma verilecek eğitim için fırsatlar yaratmak da etkin ve yetkin kişilerin çalışma alanlarının içinde yer almalıdır. Yoksa, toplumdaki dedikodu mekanizmasının önüne geçemeyiz. Daha iyi işler yapan refah bir toplum olmak istiyorsak, önce kendimizi tanımalı, duygularımızı kontrol altına almalı ve eğitmeliyiz. Böylece kendimizi gerçekleştirip, yapabilirliklerimizi ve yapamadıklarımızı ortaya net bir şekilde koyup, kendimizi gerçeklerimizle kabul ettikçe, başkalarının başarıları karşısında sürekli kıskançlık duygularımızı törpülemek yerine, onları takdir edebilmeyi öğrenecek ve bu tavrın bize verdiği olgunlukla hayatımızı anlamlandırıp, kendimizi yaşayabileceğiz…
Unutmayınız ki takdir edebilen toplumlar hem meziyetli hem de erdemli insanlardır. Ve her insan kendini keşfettikçe, hobilerini yaratır ve onları geliştirdikçe mutlaka ortaya alkışlanacak bir eser çıkartabilir. Hayatı böyle anlayan/adımlayan sağlıklı bir insan, başkalarının farklı başarılarıyla karşılaştıkça aslında kendini daha iyi hisseder ve hatta bu tesadüfler iyi duygularının ortaya çıkmasına vesile olacağından, ona fikir dahi verecektir. Bu yüzden, karşısına çıkan başarıları gönülden alkışlarken, sendeki olumlu duyguların ortaya çıkmasına vesile olup duygularını beslediği için de şükretmek gerekir.
Silvan Güneş
Biyografi Yazarı