Bir Sanatçının Yüzüne Atılan En Ağır Tokat!

gabriele cornaBir sanat eğitimciliğinin en zor tarafı, sanata karşı aklı çelinen çocuklarla derse daha başlamadan önce, o dersi sanatın kabul görmesini sağlamak için giriştiğiniz mücadelelerle geçirecek olmasıdır…

İşte bu mücadeledir, bir zaman sonra öğretmeni mesleğinden soğutan ve ana etmenleriyle katmanlara bölünen volkanik sorun…
Çünkü karşısında, merak ve öğrenme heveslisi çocuklar değil, tam tersi, öğrenmek istemeyip derse hoş duygularla bakmayan, kendilerine bir şey kazandırmayacağına inandırılmış, -bu psikoloji içinde oldukları yetmezmiş gibi- sayıları çok az da olsa derse ilgi duyanlara dahi yaptıkları yaramazlıklarla dersin gidişatını engellemeye gayret gösteren çocuklardır. Bu çocuklara bilinçli olarak kazandırılmış bu olumsuz duyguların sonucunda ortaya fütursuzca savurduğu tavır, küçük yaşta ona hadsizlik yapmayı adım adım öğretir, ve zaten bu olumsuz duyguların cesaretiyle davranmasını sağlayan kaynak, elbette en güvendiği dağlarıdır. (yani o da sizden biridir)…

Kendileri için neyin iyi neyin kötü olduğunu ayırt edemeyecek durumda olan bu çocukları bir anda ikna etmek ve onlara gerçeği göstermek, her şeyden önce kendilerini en iyi şekilde tanımalarını sağlayıp gerçek hayata hazırlayacak olan sanat derslerinin bu yüzden önemli olduğunu, mutlaka birinden birini tercih etmeleri gerektiğini anlatmak; deveyi hendekten atlatmaktan daha zordur. Bu tür öğrencilerin ağırlık kazandığı, sanat öğretmenlerinin aktif ders işlemediği, işleyenlerin ise sayılarının az olduğu bir yerde eğitmenlik yapmak: sizlerin tahmininizden de zor bir görevi sırtlanmaktır. Halbuki, sanat derslerinin öğretmeni o alanda uzman olabilmek için ne mücadeleler vermiş, mesleğini eline aldığında ne hayaller kurmuştur..! Herkes girdiği sınavlarda Matematik, Türkçe, Fen Bilgisi vb. derslerden almış olduğu puanların karşılığında tutturduğu bölümlerle övüne dursun, bir sanat dalı öğretmeni hem bu genel sınavda başarı göstermiş hem de Konservatuvar ve Güzel Sanatların, -bu sınavlara artı olarak- kendi bünyesinde düzenlediği kaç aşamalı, tür ve sayıdaki sınavlarına girmiş, binlerce kişi içinden elene elene ancak yirmi kişiden biri olabilmiştir. Kimse unutmamalıdır ki yetenek gerektiren alanları kazanan kişiler de mimarlık mühendislik gibi alanlarda başarı gösterip, geleceklerini bu meslekler üzerinden belirleyebilirler, fakat yetenek gerektirmeyen alanlarda başarı gösterenlerin bir yetenekleri yoksa, ne konservatuvar  ne de güzel sanatların herhangi bir alanının kapısından başlarını dahi sokamayacaklarını bilmeliler…

Hal böyle olunca, şimdi gel de sen, güzel sanatların bir dalından mezun olup diplomasını eline almış bir sanat eğitimcisinin, ilk dersini vermek için büyük heyecanlarla girdiği sınıflarda, sanatını konuşmaktan önce, sanata ve mesleğine karşı verilen tepkilere mücadele etme, savaşma, ömrünü bu zihniyeti kırmak için harcadığın eforunla heba olan yıllarına acıma… İşte bu ahval, hem de bu yüzyılda, bir sanatçının yüzüne atılabilecek en büyük tokattır! Hani nerededir, karşısında kendisini, kendisi gibi büyük heyecanlarla bekleyen öğrenciler? Hem bu çocuklar kendisine neler diyordur böyle, “yok, şimdi öğreneceği müzik, resim vs. ona ne kazandıracakmış böyle?!?!.. TEOG, LGS, ALES gibi sınavlarda bunlardan mı soruyorlarmış? Bu dersler kendilerine bir şey kazandırmazmış!.. Hem öyle olmasaymış öğrencilerin bilgisini ölçmede mutlaka bu alandan da sorular hazırlanır, önlerine gelirmiş. Bir yetişkinin edineceği önemli bilginin ne olduğu, bilimsel yöntemlerle bu işin uzmanları tarafından yapılan saptamalarla belirlendiğine göre, demek ki bu bilir kişiler(!) sanat alanlarının çok da önemli olmadığını bildiklerinden(!), sanat dersleri ile ilgili soru hazırlamayı önemsiz olduğu için gereksiz bulmuşlarmış, miş, muş!..”

Öğrencilerin ve onları bu hale getiren sistemle birlikte velilerin görüşleri de bu yönde olmakla birlikte, sanat dersleri dışında eğitim almış ve kendi branşlarının ana ders olduğunu savunan, bunu her fırsatta, verdikleri derslerde çocukların beynine işleye işleye iyice gergef eden diğer eğitmenlerin  karşısında, aksini savunan bir sanat öğretmeninin sesi cılız kalacağı gibi, onun bu zihniyete sahip, “eğitim kurumu(!) olduğu söylenen” bir yerde aslında hiç de yeri yoktur. Sistemin tüm bu çarpık yapısı karşısında, haftada kırk dakika anca görebildiği bir öğrenciye, sanat eğitmeni kendi branşı ile ilgili neyi ne kadar verebilir? O yüzden mesleğe ilk başlayanlar için karşılaşılacak olan bu gerçek, büyük bir hayal kırıklığıdır. İşte böylesi bir eğitmen sanatçı, üretmek için kolları sıvayıp bir an önce işe başlayacağına, çocukların beynine atılan o pıtraklı dikenlerle uğraşmaktan elleri kanamaktadır. Mücadeleyi elden bırakmamaya, en küçük bir fırsatı dahi değerlendirip çocuklara ne yapıp edip sanatı sevdirmeye azmetse de onun da bu savaşta kendini savunmak için kurduğu cephe, diğerlerinin yanında sönük kalacak, başarılarıyla meydanlarda alkışlansa da takdir görmeyecek, üstü kapanmaya çalışılacak, bahsi dahi yapılmayacaktır… Sonuç olarak; ellerini işine daldırdıkça bu mesele bir bataklığa dönüşür ve bu sefer kurtarayım derken bataklığın çamurlarına belenen ve gittikçe balçığa gömülen kendisi olur. Zamanla bu öyle bir hal alır ki ömrünün en güzel yıllarını verdiği mesleğinden nefret eder hale gelir. Zaten onun ısrarının da bir manası yoktur, çünkü sistemin çarklarını oluşturanlar sayıca ondan ve onun gibilerden çok fazladır. Ve ne yazıktır ki bu tür meseleler, az gelişmiş yerlerin dar zihniyetlerinin oldukça sıkılan canlarını şekerlendirmek için kendilerine oyun bahçesi olarak gördükleri alanlarda solgun hayatlarına heyecan katmaya çalıştıkları akide şekerleri olduğundan, ne kırk dakikadan vazgeçerler ne de ona bir saniye daha eklerler…

Silvan Güneş
Biyografi Yazarı

Yorum bırakın