
1940-1950’li yıllarda düzenlenen Seymen Alayı Kortejine ait bir fotoğraf
(Arşiv: Ankara Kulübü Derneği)Doh doh diyerek misket oynarkenHüdayda diyerek türkü söylerkenDizini erkekçe yere vurdukça
Şahlanır Seymenler misket oynarken
“Seymenlik” Oğuz boyuna ait bir teşkilattır. Geleneklerimizi Cumhuriyet’in kurulmasından sonra devam ettiremesek de günümüzde yok olma noktasına gelen adetlerimizi Ankara Seymenler Kulübü halen yaşatmaya çalışmaktadır. Belli bir aşirete bağlı olan bu gelenek daha sonra İç Anadolu Bölgesinde geleneklerin diğer boyların da sahiplenmesiyle benimsenmiş, böylece “her doğan gencin bir Seymen olduğu” düşüncesi yaygınlaşmıştır. Çünkü Seymenlik; hiçbir sivil, askeri otoritesi olmayan bölgelerde ve milli felaketlerde –toplumun düzenini sağlamak amacıyla– sivil inisiyatifle idareyi ele alıp düstur edindikleri bilgelik, cömertlik ve mertlik çerçevesinde; kardeşliği, eşitliği, paylaşımcılığı gözeterek demokratik yollarla sorunu çözmeye çalışan kimselerdi. Bir beyliğin ya da devletin yıkılışı söz konusu olduğunda devreye girer; yeni reislerini seçer, devleti kurarken halkı da kötü niyet, kaza ve belalardan korurlardı. Ettikleri yeminden asla dönmeyen Seymenler, geleneksel kıyafetlerini giyinmiş; kılıcını, kalkanını kuşanmış şekilde atlarına binip bir araya gelirlerdi. Buna “Seymen Düzülmesi” ya da “Seymen Alayı” denilirdi. Anadolu Selçukluları Devleti yıkılırken de galeyan olmuş, Kayı Aşireti’nin başına Osman Bey geçmişti. Türklerin en eski geleneklerini yaşatan bu topluluğun, belli zamanlarda “maşatama” denilen demirden yapılmış büyük bir çanağın içinde yağlı çıra yakıp etrafını çevirerek sohbet edip, durum değerlendirmesi yapması; Seymenliğin en önemli geleneklerindendi.*

Seymenlerin bir araya gelmelerinde önemli bir durum yoksa sohbetten sonra ateş üstünden atlayarak sinsin ve zeybek oyunları oynarlardı. Bağlama eşliğinde türkü söyleyip kaşık çalarak eğlenceye ritim tutan Seymenler, Orta Anadolu’nun en güzel oyunlarını sergilerlerdi. Karşılıklı gelerek oynanan oyunların yanı sıra daire etrafında gostak gostak birbirini kollayarak yürümeleri, dirsekten hafif kırıp yere paralel açtıkları kollarını yukarı aşağı küçük küçük indirip kaldırmaları, kartalın gökyüzünde süzülmesine benzerdi. Dizlerini yere vurup bu hareketlere eşlik eden sekişlerindeki coşku ise görülmeye değerdi. Bu oyunlarla efeliklerinin yıkılmaz gücünü göstermeye çalışırlardı. Seymenlerin toplantılarının tadına doyum olmazdı. Eğlenceleri sabaha kadar sürerdi. Meclislerini dürüstlük, mertlik, cesaret, kararlılık, birlik beraberlik üstüne kuran ve bu değerlerinden güç alan Seymenler, saygı, sevgi, itimat ve sözün erliğinin simgesi olmalarını, her bakımdan renkli ve güçlü bir teşkilatın yıkılmaz görüntüsünün gücünü; geleneklerine olan bağlılıklarından alıyorlardı. Peki, bu geleneklerin temeli nereden geliyordu?

Seymenler’in varlık gösterdikleri köylerin adlarına baktığınızda hepsinin Oğuzların 24 boyuna ait olduğunu görürsünüz.* Osmanlı İmparatorluğunun son padişahı Vahdettin’in Sevr’i imzalamasının ardından saray dâhil Anadolu’nun pek çok yerinin işgal edilmesi Anadolu halkı kadar Seymenler’in de kanına dokunmuştu. Bir araya gelen Seymenler rahatsızlıklarını dile getirmişler, başlarına gelen bu felaketten kurtulmanın yollarını aramışlardı.
Atatürk’ün 27 Aralık 1919’da Ankara’ya Gelişi

Dikmen Kızılyokuş’ta sadece Ankaralılar değil, çevre ilçelerden de akın akın Atatürk’ü karşılamaya giden çevre ilçelerin Seymenleri de vardı. Haymanalı seymenler de Atatürk için adeta yollara dökülmüşlerdi…Alıntı. (“Heyet-i Aliyye’yi şehir haricinde karşılayan Haymana Kuva-yi Milliyesi, 27 Aralık 1919”
Alptekin Müderrisoğlu, “Yoksulların Zaferi: Fotoğraflarla Kurtuluş Savaşı’nın Maddi ve Mali Kaynakları”, Denizbank, 2007


Ankara’da Mustafa Kemal Paşa’yı karşılayan Seymenler, 27 Aralık 1919
Abdülkerim Erdoğan, Gökçe Günel, “İstiklal Savaşı’nda Ankara”, ABB, 2007

Kaynak: (Mustafa Kemal Paşa’yı Ankara’ya ilk gelişinde karşılayan Seymenler Taşhan önünde
Feridun Kandemir, “Yakın Tarihimiz”, Vatan Gazetecilik, 1962)

Ankara’da Mustafa Kemal Paşa’yı karşılayan Rufai dervişleri, 27 Aralık 1919
Abdülkerim Erdoğan, Gökçe Günel, “İstiklal Savaşı’nda Ankara”, ABB, 2007


Hepsi bir anda esas duruşa geçtiler. Her soluk tek can olmuştu. Bütün gözler, onun gözlerinde düğümlüydü. Vakur ve sert bir sesle:- Merhaba efendiler! dedi. – Sağol Paşa Hazretleri…
– Arkadaşlar! Buraya neden geldiniz?
– Millet yolunda can vermeye geldik!
– Fikrinizde sabit misiniz? – And olsun.
… Ve işte o zaman Mustafa Kemal’in gözleri ilk kez yaşardı. Zincir kabul etmeyen bu ulus, onun peşinde, gerekirse ölüme bile, gözünü kırpmadan gidebilirdi.
Metin SOYSAL (Yıllarboyu Tarih Dergisi)

(Bu eşsiz tablo sanatçı Ressam Senan Eynullayev’a aittir. 2016 yılında açılan Samsun Panorama 1919 Müze’sinde sergilenmektedir.)Mustafa Kemal Paşa’yı Ankara’nın Dikmen sırtlarında büyük bir sevgi seli ve coşkuyla karşılayan Seymenler, O’nun yüzyıllardır horlanmış, hakir görülmüş Türk’ün sürüklendiği makus tarihini ve talihini değiştireceğine gönülden inanmış ve tek çıkış yolunun Mustafa Kemal Paşa olduğuna iyice kanaat getirmişlerdi. Yoksa hiçbir zor insanları böylesi bir karşılamaya zorlayamazdı. Çünkü Mustafa Kemal Paşa demek, vatan demek, bayrak demek, bağımsızlık demek, namus, özgürlük demekti. Yurdun her yerinde yaşanan işgaller ve kitaplara sığmayacak ölçüdeki dehşet tecavüzler, gasplar, aşağılamalar, ölümler tüm gerçekleriyle Kayı boyunun aklıselim Seymenlerine göstermişti ki, Türk Milletine Mustafa Kemal Paşa’dan başka bir çıkış yolu yoktu… (Bu eşsiz tablo sanatçı Ressam Senan Eynullayev’a aittir. 2016 yılında açılan Samsun Panorama 1919 Müze’sinde sergilenmektedir.)

(Bu eşsiz tablo sanatçı Ressam Senan Eynullayev’a aittir. 2016 yılında açılan Samsun Panorama 1919 Müze’sinde sergilenmektedir.)
Ankara’da hiçbir devlet otoritesinin olmaması ve 27 Aralık 1919’da Atatürk’ün Ankara’ya geleceği haberinin alınması ile 3000 atlı, 700 yaya Seymen bu tarihte Ankara’nın Dikmen Kızılyokuşu’nda beklemeye başladı. Halk, zeybek, esnaf temsilcileri ve öğrencilerin oluşturduğu sel gibi bir kalabalıkla, Ulucanlar’a giden yolun üstünde, San Ahmet’in Efeler Kahvesi’nin önüne sancak dikerek liderlerini seçtiklerini nişan etmişler; davullar, zurnalar eşliğinde milli oyunlar oynayıp kurbanlar keserek tarif edilmez bir coşku ve sevinçle Mustafa Kemal’i karşılamışlardı…[1]
“Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin bulunduğu yerde toplanan heyetten Rıfat Efendi, “Hoş geldiniz, safa geldiniz. Kademler getirdiniz. Memleketimizi aydınlattınız. Canla başla sizinle beraberiz!..” demişti. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları otomobillerle istasyona doğru ilerlemişlerdi. Mustafa Kemal Paşa, gelirken istasyonda bulunan İngiliz Kumandanı Mister Vitol, yağız bir atın üstüne binmiş duruyor; Forbus adlı bir İngiliz, fotoğraf çekiyordu. İstasyondan ayrıldıktan sonra şehre doğru ilerlediler. İleride Millet Meclisi olacak binada Fransız bayrağı çekilmişti. Millet bahçesindeki barakalarda bulunan Fransız askerleri de yüksek duvarın üstünden bu manzarayı seyrediyorlardı. Otomobil, Karaoğlan’a doğru ilerlemiş ve buradan Hacı Bayram Camii’ne gelmişti. Kurbanlar kesilmiş, dualar edilmiş, Hacı Bayram Veli türbesi ziyaret edildikten sonra Hükümet Konağına gidilmişti. 700 piyade 3000 atlı birlikten oluşan Zeybek Alayının önünde 20 zurna ve 50 davul yeri göğü inletmişti. İki sıra halinde yürüyen kılıçlı seymenler, zaman zaman zeybek oyunu oynuyorlardı. Mustafa Kemal Paşa; Hükümet Konağında kendisine sevgi gösterisinde bulunan halka; “Vatandaşlarım, ne şu, ne bu kuvvet bizi kurtarabilir. Bizi sizin gibi fedakâr ve cesur halkımız kurtaracaktır” şeklinde hitap etti. Kolordu ziyaretinden sonra Ankara Valiliği tarafından ikametlerine tahsis edilen Ziraat Mektebi’ne doğru yola çıkmışlardı.“(2)


Mustafa Kemal Paşa ve Heyet-i Temsiliye üyelerinin Ankara’ya ilk gelişi 27 Aralık 1919

Mustafa Kemal Paşa bu coşkuyu görünce şaşırdığı oranda duygulanmış, Ankaralıların kendisine gösterdiği bu bağlılığı ve yemini yaşlı gözlerle izlemişti. Hiçbir baskı ve zorun Anadolu’da sağlayamayacağı bu güç, Mustafa Kemal Paşa’ya olan inanç ve güveni göstermekteydi. Mustafa Kemal Paşa, milletin kendisine hissettirdiği sorumlulukla hareket etmiş, onlardan aldığı destekle bu vatanı kurtarmıştı. Seymenler’in başını çektiği bu alayın Anadolu’da yaktığı kıvılcım, Atatürk’ün Heyet-i Temsiliye Reisi olarak çıktığı yolda Baş Kumandan olarak sürdürdüğü ve tüylerimizi diken diken eden savaşlar, kayıplar, acılar yanı sıra tarifsiz engeller, isyanlar, hainliklerle dolu, türlü entrikaların da üstesinden gelmemizi sağladı.



Kazandığımız eşsiz zaferler sayesinde sınırlarımız belirlenirken Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulması Mustafa Kemal’i Türk’ün gerçek atası olarak Cumhurbaşkanı yaparken, Mustafa Kemal Paşa hiçbir yerde bu denli görmediği o bağlılık yeminini ve kararlılığı ödüllendirerek 13 Ekim 1923’de Ankara’yı “Başkent” yapmıştı.

Türk Milleti bundan daha güzel bir özgürlük, bundan daha güzel bir mirasa sahip olabilir miydi? O Türk Milletini sadece esaret ve cehaletten kurtarmamış, devrimleri ile çağdaşlığı, uygarlığı, bilimi, sanatı, kültürü halkın hizmetine sunmuştu. Bedevileştirilen millete modern hayatı sunup onun insanca, özgürce yaşamasına, eşit haklara sahip olmasının yollarını açmıştı. Halkı bu duruma düşüren; yobazlığı, gericiliği, şeyhliği, tarikatları ortadan kaldırmış –kendini halife ilan edip padişah olarak yoluna devam edebilecekken– halka özgürlüğünü vermiş, yönetimini kendisinin tayin etmesini sağlamıştı…
ANKARA
Ey insan arşı yayla! Ey bozkır! Ey Ankara!
Seslen bana: Ben senden nasıl uzak yaşarım;
Bahtım, senin bağrından ayrıldığım ankara,
Ben sendeki gözlerden feyz alarak yaşarım.
“Halep ordaysa arşın burda.” dersen ne çıkar?
Sende al atım için meydan da cirit de var.
Başka yerin sahrası hız almaya bile dar!
Ben sende heyecanım şahlanarak yaşarım!
Koşarım bozkırlarda gem bilmeyen bu tayla,
Hislerim sürü sürü benim, bağrım da yayla.
Ana gibi, yar gibi kaynaştım Ankara’yla,
Alnım gökten yukarı, mermerden ak yaşarım.
Fatih’in gemileri nasıl kaydı karada?
Nasıl bir sızı vardır şerefli bir yarada?
Ben böyle imkânsızlık içinde Ankara’da,
Hayatımı sürerim, hislerimi yaşarım.
Gönlümü atsalar da dünyanın bir ucuna,
Düşer bir gülle gibi Ankara’nın burcuna,
Bilmem şahin sığar mı avuçların ucuna,
Ankara’da ben böyle çırpınarak yaşarım.
Behçet Kemal ÇAĞLAR




Silvan Güneş
Folklor Araştırmacısı/Biyografi Yazarı
________________________________________
Kaynaklar:
* Oğuzların boy adları olan ve aynı zamanda Ankara ve civarında bulunan köylerin adları şöyledir; Ankara civar köyleri; Çubuk’la Kınık, Elmadağ eteğinde Bayındır. Ayaş’la Kayı, Hüseyin Gazi dağı eteğinde Peçenek, Yazır, Dodurga. Bâlâ’da Avşar, Çubuk’ta Kargın, Çavundur, Eymir Gölü, Bökdüz köyleriyle Ankara’yı çevrelemiştir. Bu köylerin çoğu Oğuzların Beydili aşiretine mensuptur.
* http://www.seymen.net/seymenler.html, 23.06.2012,17:52
[1] http://www.seymen.net/seymenler.html, 23.06.2012, 18:10
[2] Atatürk ansiklopedisi
*Kaynak:<http://www.ankararehberi.com/ankara-kulturu/seymenler.html>29.09.2012,
*http://www.ankaramiz.com/wp-content/uploads/2012/12/ataturk-ankara.jpg