Ya Herkes Sevişecek Ya Herkes Savaşacak

Herkesin savaşı başka anlayacağınız, o yüzden  frekanslarımız tutmuyor tabii ki… Biri öfkeliyken diğeri sakin, biri neşeden kırılıyorken, diğeri  mutsuzluktan ölüyor! Bu gün sen tepki verirken sakin olan seni sakinleştiriyor, yarın seni sakinleştiren öfkeliyken sen sakinsen aynı telkinleri sen ona yapıyorsun. Yani sözün kısası birimizin hal diğerininkini tutmayınca her birimizin sergilediği farklı ruh hallerinin buluştuğu anlar da bizlerin ilişkilerimizden tutun da yaşantımızın her anını neredeyse koordine ediyor. O yüzden düşünüyorum da ne kadar garip mucizelerle dolu şu hayatımız. Kiminle karşılaşmalıyız ki o gün mutlu olalım. O gün kim hangi sözü sarfeder de bize kendimizi daha iyi hissettirir… Hiç hesapta yokken biri güzel bir program yapsa da alsa götürse seni farklı bir mekana, mevsime, hayale, neşeye… Bir yıldız kayar gibi olsa yüreğimize doldurduğumuz tüm güzellikler. Tüm hafızamızda iyi şeyler kalsa da şu beynimiz de temcit pilavı gibi olumsuzlukları hafızamızda sarıp sarıp durmasa. Aynı filmi de izlemeyelim, aynı sanatçılar da olmasın hep görüp sesini duyduğumuz. Aynı şiir, aynı masal, aynı aldatmacalar çıkıp gitse hayatımızdan… Herkes çabuk çabuk terk etse her durduğu yeri…

Hep aksak, farklı şekil ve biçimlerde hayata… Yoksa belli ki bizleri tıpkı yoğurt gibi küçücük bir tencereye lönk diye mayalayan bir durağanlık var. Oysa fıkra da olsa, şu mayayı göle çalmakla ne iyi etmiş merhum Nasrettin Hoca. Önce işi şimdi daha iyi anlıyorum kendisini. Meğerse bize umudu yitirmemenin yanında, -kendimizi arayışımızın coğrafyasının da dışına çıkıp-, ufukları da derinlikleriyle birlikte hedeflememizi anlatmaya çalışmış… Bir düşünseniz, göl deyince, sazlığından envaiçeşit balığına kadar neler yok ki içinde…

Gerçek meramımız anlaşılmıştır ki hepimiz kendimizi bu basmakalıplıktan kurtarmalıyız. Peki nasıl olacak bu iş? İşte orasını da siz bileceksiniz. Çünkü biliyorum ki bu işler öyle akıl vermekle olmuyor. Hepimiz aynı tornadan çıkmadık ve bir o kadar farklı insanlar olduğumuza göre bambaşka dünyalarız. O yüzden, aynı dünyada farklı dünyalardayız… Tıpkı, sınırını tahlil edemediğimiz o uçsuz bucaksız samanyoluna eklenen, -bu dünya üstünde yaşayan kaç milyon insan varsa- bir o kadar farklı dünyanın, bu yerin üstünde nasıl döneceğini nasıl söyleyebiliriz? Unutma ki ya hak ettiğini yaşayacaksın ya da senin hak ettiğini başkası yaşarken sen berbat bir ömür süreceksin. Ya izleyeceksin ya izlettireceksin!… Öyleyse hayatın iki konu üzerinde sürecek. Ya sevişecek ya da savaşacaksın. Ama unutma ki her ikisi de sana yetmeyecek. Hep sevişiyor da olsan bu da sıkacak seni savaşmak isteyeceksin. İşte, bu noktada iki durum çıkıyor karşımıza, hayatı daha iyi kılmak için savaşmak ve bunun sonucunda tüm insanlığa faydalı olmak ya da kan dökerek herkesin kabusu olmak.

… Bunları yazarken yıllar önce yazdığım bir şiirimden bir beyit geldi aklıma; “Zorla bize sunulan şu dünya kaç perde?”

Silvan Güneş

 

*Camdanmış Yüreğim*
Üst üste yığılmış taşlar gibiyim
Bırak artık sözleri
Sen de terk et beni
Harçsız bir duvar yine örer mi bilmem ellerim
Kırıldım, camdanmış meğerse yüreğim
Kaç kulpu kırık küp yığılmış mahzenlerime
Kapattım kapıları
Çoktan çekili perdelerim
Zorla bize sunulan şu dünya kaç perde
Kaderim olmalıydı karakterim
Ama nerede
Sıkıldım durmadan giydiğiniz kostümlerden
Bırakın beni bırakın bu ben değilim

Kaktüs-çiçeği-isimleri

Yorum bırakın