Belli ki Türklüğe saldırmak moda olmuş. İster kendini bir üniversitede okudu diye “aydın” sansın, isterse birilerinin/halkın yaptığı işten dolayı ona sahip ettiği ünün sayesinde, ağzından her çıkan kelimeyi geniş kitlelere duyurmasına vesile olacak şöhreti elde etme şansıyla, – her bir cümlesinin haber değeri taşıyıp taşımadığına bakılmaksızın-, bir anda kitlelere yayılmasına vesile olacak gücü elinde tutsun, bunlar değildir ki sizi dünyanın merkezi yapacak olan. Kendini seçilmiş zannedip, bir beldede, İl’de ya da daha geniş kitlelerce tanınıyor olmanın avantajını, ağzınızdan çıkan kelimeyi hesaplamadan sarf etmeniz, unutmayınız ki hem size zarar verecek hem de sizin kim olduğunuzu öğrenen, kendini bilen insanların gözünde bilakis değerinizi düşürecektir…
Türk olmak hiç bir zaman onursuz olmamakla birlikte, Türklüğüyle övünmek de aşağılanacak, hakaret edilecek vb bir surum değildir… Ve fakat, “Türk” adı geçince, işte kendini dünyanın değil de o dünyanın merkezinde sananların acımasız, akılsızca, ince hesaplanmamış, akılcı düşünülememiş söylemlerle hakarete baş vurması, sahip oldukları gerçek zekanın niteliğini ortaya koymaktadır… Türkiye Cumhuriyet’i kurulalı beri, bu ülkenin her türlü makamlarına, etnik kökeni, alt kimliği, inancı ne olursa olsun her kesimden insan gelmiş ve çalışmış, yönetime talip olmuştur…. Fakat münferit olarak belli yerlerde, belli kişilerce ortaya çıkartılan bir takım olayları örnek göstererek, Türklüğe yapılan tonlarca hareketleri onaylayamayacağımız gibi, bunların bütün bir halka mal ederek bilet kesmeye çalışmak hakkaniyetli bir yaklaşım değildir. Bu tür söylemlerle yaratılmaya çalışılan algının genelleştirilmeye çalışılıp, olmayan hikayelerle bezeme girişimleriyle üretilen söylemler de iftiradan öteye gitmemektedir… Kaldı ki verilen örnekleri de çok yönlü değerlendirmek gerekir. Şöyle ki; bugün bölgeleri örnek verirken nasıl ki şurada ağırlıklı olarak Kürtler, şurada Lazlar, şurada, Ermeni, Çerkezler vs yaşıyor diye belirleyebiliyorsanız, işte o bölgelerde yapılan seçimlerde de yine o bölgeden kast ettiğiniz ve mensubu olduğu etnik etiketle övününen kişi veya kişiler adaylığını koymuş, muhtar, belediye başkanı, milletvekili, başbakan, cumhurbaşkanı olabilmiştir. Askerinden öğretmenine, doktorundan, serbest meslek çalışanına kadar herkes çalışkanlığı, başarısı ve konumu itibariyle seçme seçilme hakkına sahip olmuş, hayatına dilediği gibi yön vermiş, dilediği yerde, aynı anayasal haklar çerçevesinde çalışmış, yaşamıştır. O yüzden, bugün Cumhuriyetimizin tarihine bakıp eleştirdiğiniz bir takım olayların altından sürekli bir “Türk” aramayı adet edinip, her fırsatta Türk’e saldırmaya çalışmak için iştahlananlar ve bunu yaparken de ağızlarından çıkanı kulağı duymamacasına iftiralarını sürdürürken, sözde tarafsızlığını ve ne kadar duyarlı olduğunu, “hümanizm aşkına bulanmış bir melek edasıyla seçtiği kelimelerle kanıtlamak istercesine rolden role girenler”, boyunlarından büyük laflar ettiklerini, -talihsiz ifadeleriyle- aslında sözde ötekileştirilen savundukları etnik kökenlilerin hepsine ve hepimize zarar verdiklerimi de bilmelidirler… Onlara diyorum ki, madem kendinize böyle bir konu ve slogan niteliğinden ileriye gidemeyecek bir takım söylemler seçtiniz, buyurun o zaman bunları yapmadan önce örnek verdiğiniz her bir olayın mümessillerini, bir dedektif mantığıyla, hassasiyetiyle ve titizliğiyle çok geniş ve farklı bilim alanlarını da kullanarak bir araştırma yapınız. Eleştirdiğiniz olayları, tarih, zaman, mekan, coğrafya, iç dış ilişkiler, bağlantılar, dönemin iktidarındaki kişiler, onların etnik durumları ve o olayların olduğu zamandaki insanları; karar vericileri, olayların altına atılan imzaların alt kimliklerini ve o kararları alan kimselerin her türlü ilişkilerini, aldıkları eğitime kadar, kaynak, giriş, gelişim, sonuç noktasına varıncaya kadar adı geçen her bir unsuru da araştırınız… Şimdi siz bu sorulara cevap vermeden, adı Türkiye olan ve bu çatı altında her türlü etnik kimliğinin seçilmişleriyle iktidara sahip olan erklerin altına attığı imzaya, yönlendirmelerine, ilişkilerine bakmaksızın koskoca bir suçlar çilesini nasıl üstüne fırlatmaya kalkarsınız? Yine başka bir örnek verecek olursak; suçu işleyip işleyip işine gelene kadar Kürt, Ermeni, Laz,Çerkez, işine gelmediği zaman da bir anda Türk oluverenlerin maskelerini aşağıya indirilmediği müddetçe, yazılı tarih, onca insanın bilgisizce düşünmeden ettiği sözler ve iftiralar yazılı basını, dolayısıyla da geleceğe, eğriyle doğrunun anlaşılamayacağı kirli bir tarihi miras bırakmaktadır… Bugün bunun en bariz örneği Avrupa ülkelerinde yaşanmıştır yaşanmaktadır da. Hırsızlık yaparken yakalanmadan önce etnik kimliğini rahatlıkla bağıra bağıra söyle, Türk’ü ret et, yakalandıktan sonra bir anda Türk olu ver ve bizim sürekli itibarımızı bu şekilde kirletme hakkını ve bunu yapma özgürlüğünü kendinde hak say. Yok öyle yağma… Gerçek dışı söylemlere verilen hürriyet, gerçeklerin seçiciliğine, akla ve haklılığa vurulan en büyük darbedir. Bunlara cevap vermemek, susmak ise doğruların ve gerçeğin yaşamasını engeller ki işte böyle bir dünya yaratırsanız sonrasında “azınlıkta kalacak olan doğruya sarılma ihtiyacı duyduğunuzda, o doğru dahi bizleri bu kirlilikten kurtaramayacaktır; ne bizleri de dünyayı…
Bugün “Türk” olmaya ve Türk’üm diyenlere karşı yapılan o çok ağır ithamlardan biri de bunu söyleyen insanların ırkçılık ve kafatasçılıkla suçlanarak, kendi kimliklerini özgürce söyleme haklarının ellerinden alınmaya çalışılmasıdır. Ne yani, senin kendine Kürt, Laz, Arap, Alman, Amerikalı, Yunan dediğin yerde ben kendime “Türk” diyemeyecek miyim? Yanı sıra, bu ülkenin adının Türkiye olduğunu ve içinde yaşayan her unsurun da ırksal boyutta Türk olmaktan ziyade bu ülkenin bir mensubu olduğu manasıyla Türk sayıldığı bir gerçekken, sürekli bu meseleyi gündeme getirip sakız gibi çiğneyip sündürmeye, işi sulandırıp patlatmaya kimsenin hakkı yoktur. Amerika’da dünyanın pek çok ülkesinden, renginden, kanından milletler yaşamaktadır ve onların hangisine sorsanız, -Yurtlarından edilmiş, her şeylerine kadar sömürülmüş zenciler dahil- kendilerinin Amerikalı olduğunu büyük bir gurur ve onurla söylemektedirler. Amerikalı olduklarını söylemek, onları kafatasçı yapmazken, bizim ülkemizde kendini aydından sanan, fakat okuduğunu anlamayan, anladığını ise zekasının neye mal olacağını düşünmeden işi hakarete vardıracak bir seviyeye taşıyanlar bu tavır ve tepkileriyle zekalarını ortaya koyarken; ağızlarından çıkanı kulaklarının duymadığı korkunç kişiliklere bürünmektedirler… Bunlar; sözde siyasetçiler, bilim adamları, gazeteciler, eğitimcilerdir. Kendi çember ve etki alanları içinde takipçisi oldukları hayranlarının bir kısmını ne yazık ki kendilerine benzetmişlerdir. Peki, bu insanlar nasıl olmuştur da bir anda türeyi vermiş, bu akıl dışı, -düşünce dahi olamayacak bir söylemi- koro halinde dillendirmeye başlamışlardır? Sanıyorum bu onların sorunu, sanıyorum bu insanların köklerinden bu yana atalarının da Türklerle ilgili bir sorunları vardı. Sanıyorum bu insanlar dış odaklı güçlerden bunu yapmak için önceden -kanaat önderliği yapabilecek kimseler olarak- lanse edildikten sonra parayla o güçlerin söylemlerini dile getirerek bundan maddi manevi faydalar elde eden kişilerdi. Sanırım, çaptan düşmemek için bunu bir reklam amacı olarak kullanmak ve gündemde kalmak istiyorlar, çünkü bu mesele belli çevrelerce rant haline gelmiş, pazar kazandırıyor, karın doyuruyordu…
Bu meselenin o kadar çok çeşitleri var ki, her birinin kendince bir saldırı konusu ve hedeflediği Türk’le ilgili bir alıp veremediği vardır… Bu konular dallara sonra içinden çıkılmaz hale getirilecek budaklara ayrılıyor. İşin kötü tarafı budak tarafını oluşturan kesimin, genellikle kendimizden olması ve inandırılmış, maşa görünümünde ortalarda dolananları nüfus etmesi… Çünkü bir adım geride olanlarla ortaya sürülenler aynı kimseler değil. Ve bu budaklar, halkın kendi içinde itirazların paçasına bir çalı dikeni gibi sarılıp yıldırırken, merkezdeki hikaye kurucuya, öykücüye ulaşmamızı engelleyecek, kendi cephesinde mücadele veren dikenli bir piyon…
Evet, bizler aynanın gerisinde olanları bilmiyoruz, aynayı göstermeye çalıştıklarımız ise, belli bir eğitim de almış olsa araştırmayan, analitik düşünceye sahip olmayan, koşulsuz inandırılmış kişilikleriyle, aslında seçtikleri ve savundukları alanlardaki çakma bilgileriyle ortaya koydukları meseleye gölge dahi olamayacak insan modelleri olunca, kendilerini göstermeye çalıştığınız ayna, kafanıza indirme çalıştıkları hakaret söylemleriyle balyoza dönüşüyor…
Onlara diyorum ki bakınız, Zülfi Livaneli dahi yılardır ağzına almadığı Atatürk adına şimdi nasıl sarılıyor ve meseleyi nasıl savunuyor. Sizlerin Türk milletini aşağılamak için her fırsatta sarıldığınız silahlarınız, sapan dahi olmaz. Biraz gerçekçi olup Sezar’ın hakkını Sezar’a veremediğiniz müddetçe, tarih sizleri ve etkiniz altına alarak kandırdığınız insanlarla yaratmaya çalıştığınız nefretlerle bezenmiş o kamuoyunu, yine aynı nefretle anacaktır…
Silvan Güneş