Şu kısacık hayatımızda, rastladığımız insanların sizlere değer vermesini beklemeyin, kendi değerinizi yaptıklarınızla kendiniz belirlersiniz zaten. Yeter ki konuşacak insanı bulmak zül olmasın… Çünkü demiri de dengi dengine döverler, tencerenin kapağı çanağını örtecek kadardır. Ağaç, gökyüzüne uzandığı ve yayıldığı kadar kök salar. Bir çiçek, gövdesinin taşıyacağı kadar açar…
Hayatın şimdiye kadar yaşanılanı kâr, ondan sonraki her yaşanılacak olanı mucizedir… Şimdi, gelecek anların içinde şanslı anlarına bilet kesilemeyecek olması, bir anlamda sıkıştırıyorsa yüreğini, öyleyse bir şeyler yapmalı… Boşa çekilen kürekler gibi manasızca geçip gitmemeli zaman…
Hayat, bir hesap kitap işidir. Kendi metronomumda kaybolup yitmek değil, eserlerinin farkında olan birilerine emanet edip imzanı, kokunu, rengini, duygularını, ideallerini… bırakıp gitmek, -ruhunu teslim etmek- istemelisin. Yoksa kim takar, tadar, anar seni…
Öksüz yanlarımızın can vereni olmalısın mesela. Kendi kişiliğinle yarattığın tarzını ufuklara eş koşabilmeli insanlık. Yalnız, öksüz olmamalı alıcı da, alıcı da bir o kadar açlık duyabilmeli… İyi olanı özlemle arayıp besleyebilmeli kendini.
Anadolu’nun Kybelesi gibi, senin de mevsimlerin tohumlanmanın, yeşerip açmanın, hasat vaktinin ve yaprak dökümünün hazanlarını yürek yakan içli nağmeleriyle söyleyebilmeli ve bir zümrüdüanka kuşu, anlatabilmeli masallarını dilden dile… Son yeşilin, kuru bir yaprak gibi düşse de yere, senden geriye kalanların hayallerinde hep yemyeşil hep elvan elvan hep coşkuyla devinmeli; hüzüne yer bırakmaksızın, ümit ettiğin ideallerinle…
Sana sunulan çetrefilli hayatın çarkları arasında, ideallerin karşısına dikilmeye çalışan, gölgesi dahi olmayan o karanlıkların seni kendi potalarında eritmesine inat, değerlerimizin yeşermesi için çapalamalısın fide diplerini. Ve attığın gübreleri, asit sayan bir iddiaya karşı savaşçı yanını bileylemeli, filizlerine kalkanlarınla kanat gerebilmelisin. Yoksa, neye cesaret yoğunlaşırsa, ona koşar hayat. Hayat, karanlığın gücüyle teslim olmamalı zemheriye, bunun kararını sen vereceksin.
Unutma ki sen bir savaşçısın. Bu dünyaya onun için geldin. Kimi zaman yel değirmenleriyle kimi zaman kendisiyle savaşan… Karşına dikilemeyecek korkaklıkta, lafını arkadan dolanıp gammazladıktan sonra, yüzüne sonsuz bir dost gibi bakan iki yüzlülerin kezzap ısısında yoğrulurken, bir kaktüs dikeni, bir kirpi, bir kaplumbağa misali yaşamaktan, kendi çiçeğini açmaya küsmüş bir nefes olarak dönüp durmaktan, dünyanın etrafında uydusu gibi volta atmaktan yorul artık… Nereye kadar gidersin, ben biliyorum, lakin artık bunun sen de farkıma varabilmelisin. Silkelen ve kendine gel!. Bekleyerek geçirecek zamanın, kendi ayağına dolayarak vurduğun prangalarınla sürünmeye gebe bu hayatın, sana sunulanlarla hiç de yaşanası değil…
Kendine yardım et!..
Silvan Güneş