Teknoloji ve tıp, birbirine paralel olarak gelişiyor. Ve bu gelişimin tamamını bizler, insanoğlunun mutluluğunu, rahatını, huzurlu ve konforlu, sağlıklı bir ömür sürmesi olarak biliyorken, bir bakıyorsunuz gelişen teknoloji kimi yerde doğaya, insana ve içinde barındırdığı tüm canlılara zarar veriyor.
Hadi, buna bir takım cevaplar buluyoruz..! Emperyalizm, kapitalizm diyoruz… Liderleri, yöneticileri ve onun güdümü altına girmiş güçlü bir şebekenin organizasyonunu artık çoğumuz bir solukta anlatacak kadar bilgi ve fikir sahibiyiz ama özellikle tıp alanında yapılan yanlışlıklara bir türlü inanasımız gelmiyor? Çünkü direk insana yapılan bir müdahalenin vebali çok daha büyük olduğundan, “Hipokrat yemini” etmiş kimselerden bu yemine uygun davranışlar bekliyoruz kendimizce…
Tıpta daha sağlıklı ilerlemeler olması beklenirken bir bakıyorsunuz bu iş, hap ticareti yapan simsarların eline düşmüş, tekelleşmiş bir zihniyetin içinden çıkan bir ürün ise iyileştirmekten ziyade kendine bağımlı hale getirmenin derdinde. Öyleyse tıpta nasıl ilerlemektir ki bu? Ya da insanoğluna çocukluğundan beri yüklenen, başarmak, çalışmak, hedefine ulaşmak kavramlarının aslında bir dipsiz kuyusu olduğunu ve bu kuyuya canı çok yanan, ihtirası olanlarla huzurlu, mutlu olanların başka girdiğini anlamak gerekiyor. İşte bu noktada biri canını yakanlardan öç almak için hedefi için çok çalışırken diğeri, gerçekten iyi biri olmak ve faydalı işler yapmak için çaba sarf ediyor. İşte, kişiler, niyetler, hedefler noktasında önümüze açılan geniş bir yelpaze var. İyi de olsa, kimin neyi niye istediğini biz insanların kaderini belirliyor, tabii ki etkili bir seviyeye gelebilmişse…
Kısacası bir işi ne için istediğinizin çok büyük önemi var bu hayatta. İş, kimi için itibar, kimi için para kimi için hem itibar hem para, kimi için başarı… İşini başarı olarak görmeyenler, o işe ve topluma her türlü zararı verebilecek potansiyele sahip ve en büyük tehlikeyi bunlardan görebiliriz… O yüzden usta çırak ilişkisine çok önem veriyorum ben. Özellikle de üniversitelerde. Adam zeki, her türlü sınavdan en yüksek puanı çekmiş ama kişiliği, karakteri o işi yapmaya uygun değil. Diğeri de başarısız olmuş sınavlarından, hatta barajı dahi açamamış ve tercih ettiği meslekte yetenek, pratik ve üretim olarak çok daha yaratıcı ve işine sahip… Şimdi siz kalkıp, bu eğitim sistemiyle sınavda başarılı olmuş ve fakat asla o işin kumaşı olmayana o görevi vereceksiniz. İşte bu noktada hepimize sorulması gereken soru şu olmalı, “Tehlikenin farkında mısınız?”
Her şeyi kolaylaştıran teknoloji (!) bu sınav sistemini de ele aldı ve 4-5 şıklı soru bankaları ile anında önümüze kitap kalınlığında, aklımızı, zekamızı, beynimizi, IQ, EQ’muzu test ederek bize “ne kadar insan olduğumuzu belirlemede” sözde bir değer biçti. Ve fakat bunların hiç biri yetmedi/yetmiyor… Bence bu sistem değişmeli ve bilgiyi ölçmek artık daha görsel kanıtlanabilir bir hale getirilmeli… Sınavlarımızın, testlerimizin aynı zamanda bir uygulanabilirlik alanı olmalı. Buna yer verilmeli. Masa başında kalem ve kağıt dışında PRATİKTE ortaya konulacak türden çalışmalar, kendi alanı içinde yapılabilirlik seviyesine göre üretilmeli. Bir usta çırak ilişkisi önemsenmeli ve sınavlar ilgili kamp çalışmalarının sonucunda yapılacak diğer sınavlarla başka boyutlar kazanmalı… Peki burada da her zaman tartışılır bir hal alan önemli bir konu önümüze gelmeyecek mi? Evet, “GÜVEN” her yerde karşımıza çıkan ve sorgulanan bir davranış modeli. Çocuğun bir türlü öğrenemediği, kapısının önünden geçmeyen bir meziyet. Zamanın tik taklarına en ağır darbeyi indiren ve her bir saliseye bağlanmış bir pranga…
Bir yerden yapayım derken diğer yerden bozmanın, bir yerde kapayım derken diğer yerde başkalarının yaşam haklarını ellerinden almanın nasıl gelişim, ilerleme, hedefe ulaşma…vs olarak görülebilinir ki?
Çünkü kolaylıkları zorlaştıran insanlar var, başkalarına saygısı olmayan…
Çünkü İyi niyeti tatmamış, kötülüklerle beslenen başka bir dünya var, aynı dünya üstünde başka atmosferi koklayan. Oksijenin yerine zehir soluyan insanlar bunlar. Organizma buna bağışıklı kazandığı için iyiliğe aşağılık bir mahlukmuş gibi küçük görmeyi, günlük bir replik olarak kullanan, her şeye yüz buruşturan insanlar var…
Peki, iyi şeyler düşünerek iyi yapabilir miyiz tüm bunları? Kesinlikle hayır, bu ancak uyku düzenine geçmek ve kötüye daha çok yol vermek olur. Tepki vermek, organize olmak, her şey iyi olana kadar top yekun mücadele vermek gerekir. ÇÜNKÜ BU BİR SAVAŞTIR, İYİLERLE KÖTÜLERİN SAVAŞI..! O yüzden, “Olumsuzluklar karşısında iyi olacağını düşünüp beklemek değil, tepki verip birlik olmak bize kazandıracaktır.
Anlayın, artık, anlamsız sloganlara yer yok bu hayatta…
Silvan Güneş
#silvangüneş #biyografiyazarı #sg #hipokratyemini #teknoloji #gelişim #türkiye #ıq #eq #tepki #slogan #hayat #konfor #bilim #hedef